Aralık 23, 2022
şuradan Gayrneşriyatı
2,501 görüntüleme

Kemalizm, 1920’lerden bu yana yeni Türk milletinin gündelik hayatını şekillendiren bir pratikler bütünü ve Türkiye siyasetinde gündemden düşmeyen bir fenomen olmuştur. Bundan önceki Kemalizm yazımdan bir alıntı yapacağım. Bütünleşik bir dizi kurum ve pratik aracılığıyla kendini sürekli olarak üretmekte ve bozulma belirtisi gösterdiğinde yeniden üretmekte olan alıştırma tekerleklerinde bir toplum inşa metodudur Kemalizm. Mustafa Kemal ve arkadaşları, yeni Türk Ulus-Devlet’ini ihdâs etmek için o dönem terim olarak meydanda olmasa da takip edilmiş yeni Türk toplumuna, toplumun geçmişini, bugününü ve geleceğini anlamlandırmasına yardımcı olması planlanan temel bağlamları sağlama yollarına sırtlarını dayamışlardır. Tüm bu yüzyılda Kemalizm’in normatif mahiyeti, gündelik yaşamın pratiklerinden dine, eğitimden hayatın kendisine bakış açısına kadar birçok bağlamda şekillendirmek istediği insan topluluğunu olabildiğine uzun süre yaşatmak için onlar bu adı vermemiş olsa da bir kombinezona sadık kaldı. Bu makalenin amacı, Kemalizm’in kendisini mücadele edilecek somut işlemleri olan bir sistemden ziyade daha kapsamlı normatif bir devlet-toplum ilişkisinde kurumları aracılığı ile belirli eylemler doğuran bir bakış açısı olduğunu söylemek, Türk toplumu üzerindeki etkilerini ve Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir toplum olabilmesi için sorgulanması gereken güç dinamiklerini inceleyerek Kemalizm’in yapısökümünü gerçekleştirmek uğruna bir gayret ortaya koymak ve özellikle son on yılda Post-Kemalizm üzerine yazıp çizmiş Türk düşünürlerin sistemin onları yönlendirdiği sularda olduklarını göstermektir.

Kemalizm aracılığıyla formüle edilecek olan fikirler, özellikle 1920’den sonra parçalanma endişesi ve bu parçalanmayı önleyecek çareler arayışıyla kendini adeta yirmili yaşlarında evden kaçmış bir genç gibi gösteriyor. 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı, sadece Avrupa modelinin ışığındaki modern ideolojilerin gelişimine değil, aynı zamanda eski sistemin çözülmesine karşı geleneksel tepkilerin ve çözümlerin ürünleri olarak Osmanlıcılığın ve İslamcılığın oluşumuna da tanıklık etmiştir. Osmanlıcılık, imparatorluğun farklı etnik ve dini unsurlarını Osmanlı vatandaşlığı altında bir arada tutmaya çalışırken İslamcılık, özellikle birincisi imkânsız hale geldiğinde, Müslüman bölgeleri bir arada tutmaya çalışmıştır. Fakat olan, yalnızca Hristiyanların yahut Türk olmayan bölgelerin ayrılması değil, aynı zamanda Müslüman Arapların da imparatorluktan ayrılmasıydı. Yeni Türk devleti, Osmanlıcılık ve İslamcılığı tamamen dışladı, Türk ulusuna bağlı bir milliyetçiliğe dayandı. Kemalist inanca göre yeni Türk ülkesinde herhangi bir sosyal sınıf mücadelesi olmamakla beraber, kastlar ve ayrıcalıklar da tanınmamaktaydı. Bu noktadan sonra Kemalist popülizm, daha doğrusu bir tür küçümseyici bir paternalizm, kurucu ideolojinin belirlediği sınırların dışına çıkıldığının sezildiği durumlarda harekete geçmiş, muhtemel sınıf mücadelelerini, herhangi bir isyanı engellemiş yahut kuvvet aygıtlarını kullanarak ortadan kaldırmıştır.

Bu endişeli gencin, Türkiye’nin Kemalist dönüşümüne itici güç olan ‘ideoloji’ belki modernizmin bir biçimi olarak görülebilir. Lakin bu terim sorunludur çünkü genellikle kapitalist bir toplumun yaratılmasıyla sonuçlanan Modernizm’in Batılı, Avrupalı versiyonuyla ilişkilendirilir. Bu karışıklığı önlemek için Kemalizm’in arkasındaki ideolojiyi, kapitalist olması gerekmeyen, bunun yerine güçlü devletçi bir yönelime sahip “Yeni Türk’ün ülkesini Batı’nın toplum modellerinin aynada bir yansımasına bırakmak ve spontane bir şekilde herkes gibi modern bir sanayi toplumu ihdâs etmek için çabalayan Türk Modernizmi” olarak tanımlayabiliriz. Girişte söylediğim gibi işlem değil eylemlerle ilgili olan Kemalizm’in kurumları Türk olmayan etnik kimliklerin propagandasını yapan her türlü unsurdan korumak üzere dizayn edilmiştir. Bu yüzden söylenebilir ki Kemalizm aynı zamanda homojen ve tek kültürlü bir toplum yaratmayı amaçlamamazlık etmeyen milliyetçi ve kayıp Türk milletinin elitlere nasıl baktığının yahut Kemalist elitlerin hedeflerindeki Türk milleti ile kurdukları ilişkiye göre bir gerçeklik kazanacak olan devletin sınırlarını tamamen sahiplenmek isteyen bir söylemle karakterize edilmiştir. Kemalizm’in ardındaki ideolojiyi, pek çok toplumun içinden geçmekte olduğu küresel bir süreç olan genel modernleşme fikrinden ayırmak önemlidir. Kemalizm modernleşmenin zorunlu bir ürünü değil, belirli ideolojik ilkelere dayalı yeni bir toplum yaratmaya yönelik kasıtlı bir girişimdir. Ekliyorum, Kemalizm’in arkasındaki ideoloji sadece yeni bir toplum yaratma girişimi değil, aynı zamanda Osmanlı geçmişine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çok dinli ve çok etnikli ortamına bir tepkimeydi. Kemalizm’in arkasındaki önemli varsayımlardan biri Osmanlı İmparatorluğu’nun despotik, geri kalmış ve baskıcı bir toplum olduğu inancıydı. Kemalist halkalarda Osmanlı İmparatorluğu’nun çok dinli ve çok etnikli özelliklerinin nihayetinde İmparatorluğun çöküşüne yol açtığı inancının hiç görülmediğini söylemek de yalan olur.

Kemalist anlatı, yabancılaştırıcı bir güç ve potansiyel bir baskı kaynağı olarak görülen din ve dindarlığa karşı güçlü bir şüpheyle doluydu. Gerçek ya da makul Türk olarak görülmeyen insanların dışlanmasına yol açan bir şüphe ve yabancı düşmanlığı söylemine dayanıyordu. Kısacası, Kemalizm kapsayıcılıktan ziyade bir dışlama söylemiydi, öyle ki yeteri kadar insan budandığında ortada kalanlar, Bourdieu’cu bir bakış açısıyla konuşacak olursam, kabaca kapital yoğunlaşması olarak tanımlayabileceğim devletle aralarındaki ilişki onları tanımlayanın bizzat kendisi olacak ve tepeden tabana, azaltarak mücadele eden Kemalist toplum modeli olarak adlandırabileceğimiz son hedefe ulaşacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Kemalist modernleşme projesi esasında emperyal bir ulus-devlet inşa etmek için Türkleri modernleştirme çabasıydı.

2002’de yeni bir hükümetin seçilmesi Türkiye’de ordunun gücünün zayıflatılması, idam cezasının kaldırılması ve Türk ekonomisinin yabancı yatırımcılara açılması gibi önemli reformlara yol açmış olsa da bu reformlara Kemalizm’in ideolojik ilkelerinde köklü bir değişiklik eşlik etmemiştir. Aslında hükümet, Avrupa’nın bazı bölgelerinde ve dünyanın geri kalanında zayıf devlete doğru artan eğilime karşı güçlü ve merkezi bir devlet fikrini desteklemeye devam etti. Türk hükümetinin demokratik reformlarına Kemalizm’in ardındaki ideolojik ilkeleri değiştirme girişimi eşlik etmemiştir. Aslında, Türkiye’nin mevcut hükümeti Kürtlere, Ermenilere ve Yunanlılara karşı yeni bir Türk milliyetçiliğini teşvik etmektedir. Buna ek olarak, Türk devletinin işkence kullanımı gibi otoriter uygulamalarında reform yapmaya istekli olmamış, tekbaşınacılık devam etmiştir. Söz konusu paternalizm de başarıya ulaştı. SSCB’nin Türkiye’ye yakın bir ülke olmasına ve ülkedeki öğrenciler arasında aşırı solun sempati kazanmasına rağmen ciddi bir toplumsal huzursuzluk baş göstermedi. Gösteriyor gibi olduğunda da Kemalist öncesi döneme dair fenomenleri içinde bulunduran unsurlara karşı Cumhuriyet’i korumak üzere dizayn edilmiş ordu harekete geçmiştir. Ordu, zımni olarak bugün Erdoğan’ın anaakımda da kendini gösteren düşmanlaştırma politikası gibi tüm müdahalelerini aynı şeymiş gibi, yani Türk milletinin yanında olmak gibi göstermeye çalışmıştır. Diğer bir deyişle, dış ve iç müdahalelerinin toplum nezdinde aşağı yukarı aynı yansımalara sonuç vermesini istemiştir. Örneğin Kıbrıs krizi, ideolojik bağlılıkları yahut politikaya bakış açıları nasıl olursa olsun, yukarıda bahsettiğim toplum inşa modeli olarak Kemalizm’in ürünü olan yeni Türk toplumunu birleştirmiştir. O savaş, içerideki krizin dış dünyadaki yansımasıydı ki az önce öne sürdüğüm iki müdahale eşitlenebilsin. Olan şey, yabancılaşmanın ve ilkini tesis ederek ikincinin kendiliğinden geleceğini düşünen Kemalist elitlerin başaramadığı öznel sekülerleşmenin eksikliğinden dolayı sesleri daha çok çıkmaya başlayan ve siyasi partilerle politik arenaya giren Cumhuriyet öncesi değerlerin savunucularının varlığının, insanları ittiği düşünce sürecine müteakip kendini göstermeye başlayan iç ideolojik çatışmalardan korkulup bir yeniden toparlanma stratejisi uygulanmasıydı. Mustafa Kemal’in kurucu mitinin aranışı yani. 1975’ten itibaren Millî Görüşçü cephenin güç kazanmasıyla birlikte Türkiye, bir tarafta radikal solun, diğer tarafta ise aşırı sağın yer aldığı aşırı bir kutuplaşma sürecine girmiştir. Toplum her düzeyde kutuplaşıyor ve her birey hangi kampta savaşacağını seçmek zorunda kalıyor. Bu muhalefet uluslararası bir fay hattını takip etmektedir: uluslararası çıkarların tezahür ettiği aşırı milliyetçilik ile uluslararası destek bulmaya çalışan bölünmüş bir radikal sol arasında.

Son olarak yazının birazdan eleştireceğim hususa kaymaması için yazının başında Kemalizm’in somut dünyada meydan okunacak bir şey olmadığını ve doğru metotların neler olduğunu söyleyeceğim. Bunu yaparken Ted Kaczynski’nin Sistemin En İnce Oyunu metninden onun argümanını Kemalizm’e uyarlayarak yeniden yazacağım.

Kemalist metodun oluşturduğu toplumda yaşayan bizler yoğun bir kurallar ve düzenlemeler ağı tarafından kuşatıldık. Başındaki yöneticiler legal siyasette hangi tarafta olursa olsun şirketler, mecliste çoğunluk kim olursa olsun hükümet konseptinin kendisi, işçi sendikaları, üniversiteler, camiler ve siyasi partiler gibi büyük örgütlerin insafına kaldık ve sonuç olarak güçsüz düştük. Sistemin bizi düşürdüğü kulluk konumu, güçsüzlük ve diğer aşağılamaların bir sonucu olarak, isyan etme dürtüsüne yol açan yaygın bir hayal kırıklığı var. Ve Sistemin en düzgün oyununu oynadığı yer burasıdır: Parlak bir el çabukluğu sayesinde isyanı kendi avantajına çevirecek ve Anti-Kemalist pratikleri kendi evinde de-mobilize etmeyi kolaylıkla başaracaktır.

1.       Kemalist toplum inşa metodunun ürününün devamlılığını sürdürebilmesi ve alıştırma tekerleklerinden düşmemesi için değişen tüm koşullara uyum sağlayabilecek, uzun vadeyi tahmin edebilecek radikal toplumsal değişimlerin nasıl uygulanacağını iyi kestirmesi gerekir.

2.       Kemalist ürünün içerisindeki yaşamın azınlıklar gibi Kemalizm’in yalnızca anlatısıyla kendi sınırlarına çekerek pasifleştirebileceği halkalardan olmayanlara deneyimlettiği hayal kırıklığının büyükşehirli aydınları Kemalizm’in kendini olgunlaştırmasına fırsat verecek şekilde eleştirme dürtüsüne yol açmaktadır.

3.       Bu dürtüler ise Kemalist metot tarafından kendi gündemini ilerletmek ve asıl baskı gören grupların yanlış ve Kemalizm’in onları de-mobilize etme sürecinin lehine temsil edilmesine yol açar.

4.       Akabinde, aksi takdirde Kemalist anlatı için tehlike arz edebilecek olan asıl isyankâr dürtüler harekete geçememe problemine ek olarak Kemalizm için sadece zararsız değil, aynı zamanda faydalı bir zemin hazırlanmaktadır.

5.       Kemalizm’e somut düzeyde karşı çıkan lümpen “aydınlar” kurucu ideolojiye meydan okuduklarını sansalar da eylemleri genelde Kemalist metodun ve onun normatif mahiyetinin çıkarlarına hizmet etmektedir. Binaenaleyh, Kemalizm’in ürünü olan yeni Türk toplumunun alıştırma tekerleklerinden düşmemesi için dayatılan toplumsal değişimlerden kaynaklanan toplumsal kızgınlığın önemli bir kısmı, sistemin kendisinden uzaklaşarak toplumsal değişikliklere öncülük ettiği düşünülen bu “beyaz Türk ‘aydınlarına’” yönelmektedir.




Kaynak: Gayrnesriyat.substack.com