Français | Türkçe
Fransız siyasi yelpazesinin sol kanadından kulaklarımıza ısrarlı bir söylenti geliyor: “Başkan Macron Kürtlerin dostu.” Söz konusu söylenti o kadar yaygın ki, Türkiye’de belli kesimler ve hatta konunun özneleri tarafından bile sürekli gündeme getiriliyor.
Buna inanlar bunun pek görünmediğini sanıyormuş ama Fransa Cumhurbaşkanı ve hükümeti Kürt yanlısıymış da, aman şşşşt, sakın Erdoğan bunu duymasınmışmış da!…
Ayrıca, Macron’un ağzına yapışmış terimi kullanırsak; “aynı zamanda” Paris’in göbeğindeki saldırıdan bir gün sonra, bir Bakan, Kürt diasporasından bir heyetle görüşme yapıyor ama katledilenlerin anısına gerçekleşen yürüyüşe resmi olarak kimse gönderilmiyor… “Aynı zamanda” Fransa İçişleri Bakanı, daha herhangi bir soruşturma gerçekleştirilmeden, suikastçının ırkçılık hissiyatıyla “tek başına” hareket eden bir “dengesiz” olduğu sonucuna varıyor ve “çok seven çok döver” şiarı ile katliam mekanında bekleyen Kürtlerin üzerine kolluk güçlerini yolluyor. “Aynı zamanda” siyasi, aktivist ve geçmişi kanıtlanmış Kürt sığınmacıların iltica hakkı reddedilirken, Fransa’da resmi olarak feshedilmiş, ülkücü hareketiyle bağlantısı kamuoyunda bilinen Türk “kültürel” derneklerine devlet yardımı sürüyor…
Uzatmayalım, kendini, saman altından sürdürdüğü icraatın tam tersi olarak ifade eden bu politika nedir?
Türkiye’den, yazar, sinemacı, sanatçı olarak, usulüne uygun ve resmî davetiye alıp, Fransa’dan vize isteyen ama ret cevabıyla karşılaşan, hatta kimi zaman cevapsız kalanlar, Fransa’nın Kürt sevgisinin havaalanlarının gidiş koridoru önünde bittiğini bilirler. Suriye’den yola çıkıp canları pahasına Akdeniz’i geçen ve Calais’de, Paris’te çadırlarda hayat mücadelesi veren Kürtler, Fransız makamlarının onlara karşı beslediği “dizginsiz sevgiyi” çok iyi biliyorlar. Afganlara gösterilen “sevginin” aynısı…
Bu sevgi o kadar güçlü ki Fransa, Rojava ve Kürdistan’daki IŞİD saflarında yakalanan kendi çocuklarını bile Kürt yetkililerin yönettiği kamplarda canıgönülden terk etti.
Bu sözlerin ardından, hemen itiraz edilecek, Başkan Macron’un Rojava heyetlerini birkaç kez kabul ettiği ve bunun diğer Avrupalı liderlerin her zaman reddettiği bir “tanıma” olduğu ifade edilecektir. Fransa’daki bazı “çöpçatanlar” bu noktada ısrar ediyor. Eee, ne gibi bir kazanım oluyor? Görüşmelerin ardından “Türkiye kendi güvenliğini sağlama hakkına sahiptir”, “tedbirli olacağız ve Türkiye’yi itidalli olmaya çağıracağız” veya “Fransa için PKK terör örgütleri listesindedir” gibi hiç bir gelişme kaydetmeyen açıklamalar bir kez daha yineleniyor.
Örneğin; Afrin konusunda gözler çoktaaaan başka manzaralara çevrilmişti. Kuzey Suriye’deki bombardımanlar, kimyasal silah kullanımı gibi konularda ise Quai d’Orsay’den yapılan basın açıklamaları görünmez mürekkeple yazılmış metinler olarak kaldı.
2013’te Paris’te üç Kürt kadın aktivistin öldürülmesine ışık tutmak için savunma gizliliğinin kaldırılmasından hala bir haber yok.
Bu makale Türkçe de yayınlanacağı için, bir not düşmek istiyorum: Fransızlara, Emmanuel Macron’un “zenginlerin cumhurbaşkanı” etiketi takılmış olması ve toplumsal protestolara karşı elinin ağır olduğunu belirtmeye gerek yok, başkanlarının neo-liberal politikasının güdümünde ve bilincindeler çünkü… İçi boş sözler ve “aynı zamanda” biber gazı bol keseden dağıtılırken, solun ve çevrecilerin bir kısmı İçişleri Bakanı tarafından sistematik olarak “suçlu” ilan ediliyor. Bakan, aşırı sağ seçmenini memnun etmek adına, muhaliflerine her fırsatta “terörizm” tanımını yapıştırmakta gecikmiyor. Hükümet saflarında ahlaki açıdan da işler pek iyi değil. Kısa bir süre öncesine kadar, hükümette homofobik bir bakan görev yapıyordu ve İçişleri Bakanı şahsen cinsel tacizle ilgili bir hukuki sürecin öznesi oluyordu. Ayrıca birçok dava yasal prosedürlerle reddediliyor veya gizleniyor. Parlamento elbette özgürce tartışıyor ancak hükümet, oy azınlığına işaret eden yasalarını çıkarmak için anayasa maddelerini kullanıyor.
Bildiğiniz gibi Fransa da resmi olarak başkanlık rejimiyle yönetiliyor. Tabii ki Türkiye’den bakıldığında, bütün bunlar yine de bir “demokrasi cenneti” gibi görünebilir. Ancak sığınma hakkı elde etmeyi başaran birkaç kişi, bu konudaki hayal kırıklıklarını anlatabilir. Onlara sormak en doğrusu olurdu.
Kaç Kürt aktivist “Kürt hareketi için yasadışı yollardan para toplamak” gibi sözde bir suçlamayla banka hesaplarının dondurulmasına maruz kaldı ya da Fransa’dan sınır dışı edildi? Cadı avına kaç Fransız muhbir katkıda bulunuyor? Bu şahısların “ödüllendirme” ödemeleri, Fransız Devleti tarafından gizli olarak, Bordeaux’dan Nice, Paris’e, Lyon üzerinden mi yapılıyor? Kürtlere bu kadar iyi davranmak için onları gerçekten bu kadar çok “sevmek” gerekiyor, öyle değil mi?
Sayısız örnek sıralayabiliriz. Fransa’da dayanışma desteği bularak neticede kabul edilen bir iltica talebine karşı, kaç tane haklı ve meşru talep reddediliyor? Türkiye’ye, yani havaalanından transit cezaevine dönmemek için mücadele eden kaç Kürt, çaresizliğe, kaçak statüsüne mahkum ediliyor? Peki, birçok Kürt arkadaşımızın Fransa’yı tercih etmeyip İsviçre’ye, İtalya’ya veya Almanya’ya gitmeye çalışması bir tesadüf mü?
Şu bildik, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” nakaratının bile iki saniyeden fazla kullanılması mümkün değil. Baştan çürük çünkü… Başkan Macron’un diplomatik olarak bile, Türk rejiminin ve cumhurbaşkanının “düşmanı” olduğunu nerede ve ne zaman gördük ki? Peki, Erdoğan’ın Ukrayna savaşı konusunda edindiği pek parlak “aura“sına, onunla diplomatik rekabet içinde olmasına rağmen katkıda bulunan kim?
Fransa Cumhurbaşkanı’nın 2021’de Irak’a yaptığı ziyaretlerin sonuçları ne oldu? Yeniden inşa için verilen finans taahhütleri, sözler ne aşamada? IŞİD saflarında savaşan Fransız vatandaşlarının ülkelerine iadesi ve yargılanması ne oldu? Bir bakanlığın yetkilileri tarafından “acil değildir” diye sınıflandırılan, askıya alınmış ve raflarda bekleyen bir dolu dosya…
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki bölgeleri geri almayı amaçlayan saldırısının Fransa müdahalesi veya baskısı sayesinde ertelendiğini bize söylemeye kim cesaret edebilir? Şşşşt, gizli savunma…
Fransa bugün bir aşırı sağ iklimi altında. Irkçılık, televizyon ve radyo kanallarına, basına ve hatta “cumhuriyetçi” yayınlara sahip. Tüm bu propaganda organlarında, Türkiye’ye gösterilen reddin nedeni, ülkenin rejimi değil, sergilediği İslamcılık. Bu durum, siyasi aşırı sağdan laik cumhuriyetçi sosyal demokratlara uzanan geniş bir kesimi kapsıyor. Bu nedenle, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ile ilgili pozisyonlarını açıkça ifade etmek için siyasi bir ihtiyacı da yok. Diğerleri ise herhangi bir analiz yapmaksızın konun önüne perdeyi çekiyor.
Peki Paris’te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezine yapılan saldırıyı izleyen ilk saatten itibaren “ırkçı dengesizlik” tezini kim ortaya attı ve Türkiye ile olası tüm bağları ilk andan itibaren kim kapattı? Hiç şüphesiz Kürtlerin bir “dostu”…
Bu yazımı saldırıya verilen ilk tepkilere eşlik eden “şiddet” konusuna dönerek bitirmek istiyorum.
Bu “şiddet” ifadeleri sadece Paris’te olmadı ve “Fransa’daki Kürt toplumu barışçıldır” diyen medyayı da şaşırttı. Medya ayrıca “Avrupa’nın farklı yerlerinden de gelen Kürtler” ifadesini de vurguladı. Fransız aşırı sağı, sosyal medyaya “Almanya’dan gelen sürüler” deyimini yağdırdı. Yanan arabaların, kimilerine göre “takdir edilesi bir soğukkanlılıkla müdahale eden” polis güçlerinin verdiği “güzel görüntüler” servis edildi ancak neyse ki, tüm kanallara yayılan bir döngüye dönüşmedi.
“Kontrolden çıkan gösteri yürüyüşü”, “yürüyüşe sızan gruplar”, hatta “Black Blocs” üzerine üretilen Fransa solunda alışılagelmiş polemiklerin ötesinde ve Kürt diasporasında hissedilen büyük üzüntüyle öfke karşısında, gençler başta olmak üzere Kürt toplumuna ait bireylerin, öfke ve isyanının, artık kimi zaman yürüyüş organizasyonu ile kortej haricinde patlama raddesine gelmiş olma olasılığını özellikle işaret etmek isterim.
Peki kim bu, sorumluları aramak için ortak acıyı sahiplenen, ikinci veya üçüncü kuşak genç Kürtler? Hangi nedenlerden dolayı geleneksel örgüt ve hareketlerin sınırlarının dışında duruyorlar? Bu gençler niçin “siyaseten doğru” ve “pasifist” yaklaşımlarından çıktılar? Dün ebeveynlerinin Türkiye’de yaşadığı gibi, bugün burada ırkçılık ve ayrımcılığın mağdurları olmaları, Fransa siyasi bataklığında ilerlemeye çalışarak, Rojava’yı desteklemeye çabalamaları, bu gençlerin eylem tarzlarını nasıl etkiliyor?
Ve şu soruyu sorarak bitiriyorum: Rojava projesinden hiçbir şey anlamadıkları halde, Fransa Cumhurbaşkanı, hükümet ve Fransız cumhuriyetçi siyasi sınıfının “Kürtlerin dostu” olduğuna hala inanmaya ve inandırmaya devam edilmesi var olan öfkeyi daha da körüklemeyecek mi?
Politikacı siyaseti olmayan “Politika”, deve kuşu diplomasisinin üzerinde değil midir?
Bu makalemde yer alan fikirler bana aittir, Kedistan’ın diğer katılımcılarının düşüncelerini yansıtmayabilir.
Kedistan’ı destekleyin, bağışlarınızla yaşatın
Kedistan’ı ve arşivlerini elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz. Kedistan bağımsızlığını koruma kaygısı ile fon ya da reklam almıyor, habere ulaşma hakkının karşılıksız olması gerektiği prensibi dahilinde abonelik zorunluluğu getirmiyor ve tüm katılımcıları da gönüllü. Bugüne dek en aza indirgediğimiz masrafları, dayanışmak isteyen okuyucularımızın bağışlarıyla karşılayabildik. Sizler de destek olabilirsiniz.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirsiniz. Teşekkürler.
Kaynak: Kedistan.net