Ocak 17, 2023 –
2,528 görüntüleme
hourly
1 https://wordpress.org/?v=5.8.5https://anarsizm.org/wp-content/uploads/2017/08/logo-150×150.png
<h3><strong>BÖLÜM 16: BOLŞEVİKLER</strong></h3>
<p>Bolşevikler kimlerdi ve ne istiyorlardı?</p>
<p>Bolşevikler, 1903 yılına kadar Karl Marks ve öğretilerinin takipçisi olan Rus Sosyalist Partisi üyeleriydi. O yıl, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, örgüt sorunu ve başka küçük meseleler sebebiyle bölündü. Lenin’in liderliğindeki muhalefet, kendisini Bolşevikler olarak adlandıran yeni bir parti kurdu. Eski parti Menşevikler olarak tanındı.</p>
<p>Bolşevikler, ayrıldıkları ana partiden daha devrimciydi. Dünya Savaşı çıktığında, diğer sosyalist partilerin çoğunun yaptığı gibi, işçilerin davasına ihanet etmediler ve vatansever görünenlere katılmadılar. Anarşistlerin ve sol sosyalist devrimcilerin çoğu gibi Bolşevikler’in de “çatışan kapitalist grupların çekişmeleriyle proletaryanın çıkarının alakası olmadığı” gerekçesiyle savaşa karşı çıktığı söylenebilir. Şubat Devrimi başladığında Bolşevikler, tek başına siyasi değişikliklerin işe yaramayacağını, emek sorununu ve toplumsal sorunları çözmeyeceğini fark etti. Bir hükümeti diğerinin yerine koymanın sorunlara yardımcı olmayacağını biliyorlardı. İhtiyaç duyulan şey radikal, köklü bir değişimdi.</p>
<p>Marksistler Menşevik üvey kardeşlerini (Karl Marks’ın teorilerine inananlar) sevseler de Bolşevikler büyük ayaklanmaya karşı tavırlarında Menşevikler’e katılmadılar. Kapitalist sanayi tam olarak gelişmediğinden Rusya’nın proleter bir devrime sahip olamayacağı fikrini küçümsediler. Bunun yalnızca bir burjuva siyasi değişimi olmadığını anladılar. Halkın Çar’ın kovulmasından ve anayasadan memnun olmadığını biliyorlardı. İşlerin daha da geliştiğini gördüler. Toprağın köylüler tarafından alınması ve mülk sahibi sınıfların artan mülksüzleştirilmesinin “reform” anlamına gelmediğini anladılar. Menşevikler’e göre insanlara daha yakın olan Bolşevikler halkın nabzını tuttu ve muazzam olayların ruhunu ve amacını daha doğru bir şekilde değerlendirdi. Her şeyden önce Bolşevik lider Lenin, kendisinin ve partisinin, hükümetin dizginlerini kavrayabileceği ve Bolşevik plan üzerinden sosyalizmi kuracağı zamanın yaklaştığına inandı.</p>
<p>Bolşevik Sosyalizmi, siyasi iktidarın Bolşevikler tarafından proletarya adına ele geçirilmesi anlamına geliyordu. Komünizmin en iyi ekonomik sistem olacağı konusunda anarşistlerle anlaştılar; toprak, üretim ve dağıtım makineleri, tüm kamu hizmetleri ortak mülkiyette olacaktı. Anarşistler halkın bir bütün olarak bunların sahibi olmasını isterken Bolşevikler her şeyin devletin elinde olması gerektiğine inanıyordu. Bu da hükümetin yalnızca ülkenin siyasi hükümdarı değil aynı zamanda endüstriyel ve ekonomik efendisi olacağı anlamına geliyordu. Bolşevikler, ülkeyi yönetmek için halkın hayatı ve serveti üzerinde mutlak güce sahip olacak güçlü bir hükümete inanıyordu. Başka bir deyişle, Bolşevik fikir bir diktatörlüktü ve bu diktatörlük <em>kendi </em>siyasi partilerinin elinde olmalıydı.</p>
<p>Böylesi bir düzenlemeye “proletarya diktatörlüğü” adını verdiler çünkü onların partisinin, işçi sınıfının en iyi ve en önemli unsurunu, işçi sınıfının öncü koruyucusunu temsil ettiğini ve partilerinin bu nedenle proletarya adına diktatör olması gerektiğini söylediler.</p>
<p>Anarşistler ile Bolşevikler arasındaki en büyük fark şuydu: Anarşistler halkın, herhangi bir siyasi partinin emri olmaksızın kendi örgütleri aracılığıyla kendileri için karar vermelerini ve işlerini yönetmelerini istiyordu. Ortak mülkiyette gerçek özgürlük ve gönüllü iş birliği istiyorlardı. Bu nedenle anarşistler kendilerini <em>özgür </em>Komünistler veya Anarşist Komünistler olarak adlandırırken, Bolşevikler <em>zorunlu olarak</em> hükümet veya Devlet Komünistleriydi. Anarşistler, herhangi bir devletin halkı yönetmesini istemediler çünkü böyle bir yönetimin her zaman tiranlık ve baskı anlamına geldiğini savundular. Bolşevikler ise bir yandan kapitalist devlet ve burjuva diktatörlüğünü reddederken bir yandan da partilerinin olacak bir devleti ve diktatörlüğü istiyorlardı.</p>
<p>Bu nedenle, anarşistler ile Bolşevikler arasındaki farkın dünyalar kadar olduğunu görebilirsiniz. Anarşistler tüm devletlere karşıdırlar; Bolşevikler ise -kendi ellerinde olmak koşuluyla- devleti savunurlar. Zeki bir arkadaşımın daha sonradan söylediği gibi, <em>“Büyük sopaya karşı değiller”; “Sadece sopanın doğru ucunda olmak istiyorlar.”</em></p>
<p>Bolşevikler, anarşistlerin savunduğu görüş ve yöntemlerin sağlam ve pratik olduğunu, devrimin başarısını ancak bu tür yöntemlerin garanti edebileceğini fark etti. Anarşist fikirleri kendi amaçları için kullanmaya karar verdiler. Böylece anarşistler insanlara ulaşmak için çok zayıf olsalar da anarşist yöntem ve taktikleri -tabi ki kendilerininmiş gibi davranarak- savunmaya başlayan Bolşevikler insanları etkilemeyi başardılar.</p>
<p>Ama bu yöntemler ve fikirler onlara ait değildi. İnsanların yararına olacak bir fikri kimin savunduğunun ya da gerçekleştirilmesine kimin ön ayak olduğunun önemli olmadığını söyleyebilirsin. Ama biraz düşünürsen tüm tarihin -özellikle Rus Devrimi’nin- kanıtladığı gibi, bunun çok önemli olduğunu anlayacaksın.</p>
<p>Önemli çünkü her şey gerçekleştirildiği amaç ve ruha, güdülere ve yöntemlere bağlıdır. En iyi fikir bile çok fazla zarar verecek şekilde uygulanabilir. Çünkü büyük fikirden ateşlenen insanlar bunun <em>nasıl, ne şekilde ve hangi araçlarla</em> yapıldığını fark etmeyebilir. Ama yanlış ruhla veya yanlış yollarla yapılırsa, en asil ve en ince fikir bile coğrafyayı ve halkları harap edebilir.</p>
<p>Rusya’da tam da böyle oldu. Bolşevikler, anarşist fikirleri savundu ve kısmen uyguladı, ancak Bolşevikler anarşist değildi ve bu fikirlere yürekten inanmadılar. Onları kendi amaçları -anarşist <em>olmayan</em>, anarşist düşünceye karşı gerçekten anti-anarşist olan amaçlar- için kullandılar. Bu Bolşevik amaçlar neydi?</p>
<p>Anarşist fikir her türden baskıyı yok etmek, bir sınıfın diğerine üstünlüğünü ortadan kaldırmak, şeylerin yönetimini insanın insana üstünlüğü yerine ikame etmekti; herkes için özgürlüğü ve refahı güvence altına almaktı. Anarşist yöntemler böyle bir sonucu ortaya çıkarmak için kurgulandı.</p>
<p>Bolşevikler, anarşist yöntemleri tamamen farklı bir amaç için kullandı. Siyasi tahakkümü ve hükümeti ortadan kaldırmak istemiyorlardı: Sadece kendi ellerine almak istiyorlardı. Amaçları, daha önce de açıklandığı gibi, partileriyle siyasi iktidarın kontrolünü ele geçirmek ve bir Bolşevik diktatörlük kurmaktı. Rus Devrimi’nde neler olduğunu ve “proletarya diktatörlüğünün” neden hızla proletarya <em>üzerinde </em>Bolşevik bir diktatörlük haline geldiğini anlamak için bunu çok net bir şekilde anlamak gerekiyor.</p>
<p>Bolşevikler, Şubat Devrimi’nden kısa bir süre sonra anarşist ilkeleri ve taktikleri kullanmaya başladı. Bunların arasında “doğrudan eylem”, “genel grev”, “kamulaştırma” ve benzer eylem biçimleri vardı. Söylediğim gibi Bolşevikler, Marksistler olarak bu tür yöntemlere inanmazdı. En azından devrime kadar onlara inanmamışlardı. Yıllar önce Bolşevikler de dahil olmak üzere her yerde sosyalistler, işçilerin kapitalist sömürüye ve hükümet baskısına karşı mücadelelerinde en güçlü silahı olarak anarşist genel grevin savunuculuğunu alaya almışlardı. Sosyalistlerin anarşistlere karşı savaş çığlığı <em>“Genel grev genel bir saçmalıktır” </em>idi. Sosyalistler, işçilerin doğrudan toplu eylemine ve genel greve başvurmasını istemediler; çünkü bu, işçilerin devrimi ve işleri kendi ellerine almasına yol açabilirdi. Sosyalistler, halkın bağımsız devrimci eylemini istemiyorlardı. Siyasi faaliyeti savundular. İşçilerin kendilerini yani sosyalistleri iktidara <em>getirmelerini istediler</em>, böylece işçileri devrimcileştirebileceklerdi.</p>
<p>Geçen kırk yılın sosyalist yazılarına bakarsan, sosyalistlerin her zaman genel greve ve doğrudan eyleme karşı olduklarına -çünkü aynı zamanda işçi sovyetlerinin başka bir adı olan mülksüzleştirmeye ve devrimci sendikalizme karşı olduklarına- ikna olacaksın. Sosyalist kongreler, tüm bu tür devrimci taktiklere karşı sert kararlar aldı ve sosyalist ajitatörler bu taktikleri şiddetle kınadılar.</p>
<p>Ancak Bolşevikler, bu anarşist yöntemleri kabul etti ve yeni doğmuş bir inançla onları savunmaya başladı. Tabi ki bu Şubat 1917’de, devrim patlak verdiğinde olmadı. Bunu çok daha sonra, halkın salt siyasi değişikliklerle yetinmediklerini ve anayasa yerine ekmek talep ettiklerini gördüklerinde yaptılar. Devrimin hızla hareket eden olayları, Bolşevikler’i -tıpkı Menşeviklerin, Sağ Sosyalist Devrimcilerin, Anayasal Demokratların ve reformcuların başına geldiği gibi- devrim tarafından geride bırakılmamak için halkın en radikal özlemlerine <em>uymaya zorladı.</em></p>
<p>Bolşeviklerin anarşist yöntemleri bu şekilde kabulü çok ani oldu, sadece kısa bir süre önce ısrarla Kurucu Meclis için çağrıda bulunuyorlardı. Şubat Devrimi’ni izleyen aylar boyunca, Rusya’nın sahip olacağı hükümet biçimini belirlemek için temsili bir organın toplanmasını talep ediyorlardı. Bolşevikler’in Kurucu Meclis’i desteklemesi doğruydu, çünkü onlar Marksistti ve çoğunluk yönetimine inanıyor gibi davrandılar. Kurucu Meclis tüm halk tarafından seçilecekti ve meclisteki çoğunluk, meselelere karar verecekti. Fakat Bolşevikler’in meclis için ajitasyon yapmasının gerçek nedeni, insanların kendileriyle birlikte olduğuna ve Bolşevik Parti’nin mecliste çoğunluk olacağına emin olmalarıydı. Ancak mecliste azınlık oluşturacakları ortaya çıktı. Hükmetme umutları yok oldu. İyi hükümetler ve çoğunluğa inananlar olarak, halkın iradesine boyun eğmeleri gerekirdi. Ancak bu, Lenin ve arkadaşlarının planlarına uymuyordu. Hükümeti kontrol altına almanın başka yollarını aradılar ve ilk adımları Kurucu Meclis’e <em>karşı </em>şiddetli bir ajitasyon başlatmak oldu.</p>
<p>Elbette meclis ülkeye değerli hiçbir şey veremezdi. Tüm canlılıktan yoksun ve herhangi bir yapıcı çalışmayı başaramayan bir konuşma makinesiydi sadece. Devrim, herhangi bir yasama veya hükümet organından bağımsız, Kurucu Meclis dışında ve ondan da bağımsız bir gerçekti. Her türlü muhalefete rağmen, hukuka aykırı olarak, hükümete ve anayasaya rağmen başlamıştı ve gelişiyordu. Tüm karakteriyle yasadışı, hükümet dışı, hatta devlet karşıtıydı. Devrim, insanların sağlıklı doğal dürtülerini, ihtiyaçlarını ve özlemlerini takip etti. Gerçek anlamda, ruhu ve eylemi anarşistti. Yalnızca -toplumsal hastalıkların tedavisi olarak özgürlüğe ve halk inisiyatifine inanan- devlet karşıtı olan anarşistler, devrimi olduğu gibi memnuniyetle karşıladılar; etkisinin daha da büyümesi ve derinleşmesi için çalıştılar.</p>
<p>Bolşevikler de dahil olmak üzere diğer tüm partilerin tek amacı, devrimci harekete yular vurmak ve ona kendi özel yüklerini taşıtmaktı. Bolşevikler, partileri için siyasi iktidarı ele geçirmek ve Komünist Diktatörlüğü ilan etmek için halkın desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bunu Kurucu Meclis aracılığıyla gerçekleştirme umudu olmadığını görünce ona karşı çıktılar, onu kınamak için anarşistlere katıldılar ve daha sonra zorla dağıttılar. Ancak anarşistler bunu devletsiz fikirlerine uygun olarak dürüstçe yapabilirlerken, Bolşeviklerin benzer eylemlerinin ikiyüzlülük ve siyasi oyunlar olduğunu görebilirsin.</p>
<p>Kurucu Meclis’e muhalefetiyle birlikte Bolşevikler, anarşist cephaneliğinden bir dizi militan taktik daha ödünç aldı. Böylece <em>“Bütün iktidar Sovyetlere!”</em> diyerek büyük savaş çığlığını ilan ettiler, işçilere Geçici Hükümet’i görmezden gelmelerini, hatta meydan okumalarını ve taleplerini yerine getirmek için doğrudan eyleme başvurmalarını tavsiye ettiler. Aynı zamanda, genel grevin anarşist yöntemlerini de benimsediler ve <em>“mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi”</em> fikrinin aktif bir şekilde propagandasını yaptılar.</p>
<p>Bolşeviklerin bu taktiklerinin -daha önce de belirttiğim gibi- fikirlerinin mantıksal sonucu olmadığını, yalnızca siyasi tahakküm elde etme amacıyla insanların güvenini kazanmanın bir yolu olduğunu akılda tutmak önemlidir. Doğrusu, bu yöntemler Marksist teorilere gerçekten <em>karşıydı </em>ve Bolşevikler bu yöntemlere inanmıyorlardı. Bu nedenle, iktidara geldiklerinde tüm bu anti-Marksist fikir ve taktikleri reddetmeleri şaşırtıcı değildi.</p>
<p>Bolşevikler tarafından ilan edilen anarşist sloganlar sonuç getirmekte başarısız olmadı. Halk, bayraklarına doğru yürüdü. Hiç etkisi olmayan bir partiden -başlıca liderleri Lenin ve Zinovyev saklanıyordu, Troçki ve diğerleri gözden düşmüş ve hapisteydi- hızla devrimci proletarya hareketinin en önemli faktörüne dönüştüler.</p>
<p>İnsanların -özellikle de askerlerin ve işçilerin- taleplerine özen gösteren, ihtiyaçlarını enerji ve ısrarla dile getiren Bolşevikler, halk arasında ve Sovyetlerde -özellikle Petrograd ve Moskova’da- sürekli olarak daha fazla etki kazandı. Geçici Hükümet’in hareketsizliği ve herhangi bir önemli değişikliği gerçekleştirememesi, kısa sürede öfkeye dönüşecek olan genel tatminsizlik ve kızgınlığı derinleştirdi. Kerenski rejiminin iğrenç karakteri, Sovyetlerdeki Bolşeviklerin ellerini güçlendirmeye ön ayak oldu. Halk ile hükümet arasındaki kopuş her gün büyüdü, açık bir düşmanlık ve mücadeleye dönüştü.</p>
<p>Hükümetin apaçık çaresizliği, Kerenski’nin cephede saldırgan bir hareketi yeniden başlatma kararı, askeri firar için ölüm cezasının yeniden getirilmesi, devrimci unsurlara uygulanan zulüm ve liderlerinin tutuklanması krizi hızlandırdı. 3 Temmuz 1917’de hükümetin yasaklamasına rağmen binlerce silahlı işçi, asker ve denizci Petrograd sokaklarında eylem yaptı ve “Bütün iktidar Sovyetlere!” dedi. Kerenski, halk hareketini bastırmaya çalıştı. Hatta Petrograd proletaryasına “sağlıklı bir ders” vermek için cephedeki “güvenilen” alayları hatırladı. Ancak Kerenski’nin, Sosyal Demokrat liderlerin ve Sağ Sosyalist Devrimcilerin temsil ettiği burjuvazinin, yükselen dalgayı durdurma çabaları boşunaydı. Temmuz gösterileri bastırıldı ancak kısa süre içinde devrimci hareket Geçici Hükümet’i silip süpürdü. Petrograd Asker ve İşçi Sovyeti hükümeti ortadan kaldırdı ve Kerenski hayatını ancak kılık değiştirip kaçarak kurtardı.</p>
<p>İnsanlar Petrograd Sovyeti’ni destekledi. Bu destek önce Moskova’ya, oradan da ülke geneline yayıldı.</p>
<p>25 Ekim’de Geçici Hükümet’in kaldırıldığı ilan edildi, üyeleri tutuklandı ve Kış Sarayı, Petrograd Sovyeti Askeri-Devrimci Komitesi tarafından ele geçirildi. Aynı gün “İkinci Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi Oturumları” açıldı. Siyasi hükümet Rusya’da fiilen kaldırıldı. Artık tüm güç, Kongre’de temsil edilen işçilerin, askerlerin ve köylülerin elindeydi. Sovyetler, derhal kitlelerin iradesini gerçekleştirecek adımları düşünmeye başladı: Savaşı sona erdirmek, köylüler için toprak, işçiler için sanayi ve herkes için özgürlük ve refah.</p>
<p>Ekim 1917’deki Rus Devrimi’nin durumu buydu. Çar’ın lağvedilmesiyle başlayarak yavaş yavaş genişledi ve ülkenin kapsamlı bir endüstriyel ve ekonomik yeniden yapılanmasına dönüştü. Halkın ruhu ve ihtiyaçları, devrimin siyasi özgürlük, ekonomik eşitlik ve toplumsal adalet temelinde yaşamın yeniden inşasına doğru daha da ilerlemesine işaret ediyordu.</p>
<p>Bu ancak Şubat’tan Ekim’e kadar olan önceki büyük değişiklikler gibi başarılabilirdi; işçilerin ve köylülerin ortak çabasıyla, özgür iş birliğiyle. Artık ordunun büyük bir kısmı da onlara katılmıştı.</p>
<p>Ancak böyle bir gelişme Bolşevikler’in planına uymuyordu. Daha önce de açıklandığı gibi, amaçları kendi partileri tarafından kullanılan bir diktatörlük kurmaktı. Ancak diktatörlük, hükümdarın iradesinin ülkeye empoze edilmesi anlamına gelir. Bolşevikler kendilerini artık gerçek amaçlarını gerçekleştirecek kadar güçlü hissediyordu. Devrimci ve anarşist mottoları geride bıraktılar. Devrimin çalışmalarını sürdürebilmek için güçlü bir siyasi güç olması gerektiğini söylediler. Halkı monarşistlere ve burjuvaziye karşı koruma kisvesi altında baskıcı önlemler almaya başladılar. Nitekim Rusya’da kayda değecek kadar çarlık taraftarı veya monarşist yoktu. Halk çarlıktan kurtulmuştu ve artık Rusya’da bir monarşi ihtimali kalmamıştı. Burjuvaziye gelince, Rusya’da -Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Almanya vb. son derece gelişmiş sanayi ülkelerinde olduğu gibi- hiçbir zaman örgütlü bir kapitalist sınıf olmamıştı. Rus burjuvazisi sayıca az ve zayıftı. Şubat Devrimi’nden sonra, ancak Kerenski Hükümeti’nin koruması altında var olmaya devam etmişlerdi. Hükümetin kaldırıldığı anda burjuvazi paramparça oldu. Köylüler ve işçiler tarafından topraklarına ve fabrikalarına el konulmasını durdurabilecek ne gücü ne de araçları vardı. Tuhaf görünse de, devrimin tüm bu dönemi boyunca, Rus burjuvazisinin mallarını geri kazanmak için organize ve etkili bir girişimde bulunmadığı bir gerçektir.</p>
<p>Amerika’da ne kadar farklı olurdu, bir düşünün. Orada güçlü ve iyi örgütlenmiş kapitalistler çok büyük bir direnç gösterirlerdi. Silah zoruyla kendilerini ve çıkarlarını korumak için savunma organları oluştururlardı. Orada da işler Rusya’da 1917’de olduğu gibi gittiğinde bunları yapacaklarından hiç şüphem yok. Ama dediğim gibi, Rusya’daki devrim, o ülkede gerçek bir burjuvazi veya kapitalist sınıf olmaması gibi basit bir nedenden ötürü, herhangi bir örgütlü ve etkili burjuva direnci üretmedi. Çarlık Generali Kornilov’un, cepheden getirilen Kazaklar ile Petrograd’a saldırması gibi askeri girişimler vardı ancak bu macera o kadar zararsızdı ki Kornilov’un ordusu başkente ulaşamadan eridi. Adamları neredeyse hiç ateş etmeden Petrograd’ın devrimci garnizonunun üzerine gitti.</p>
<p>Mesele şu ki halk devrim ile birlikteyken, herhangi bir düşmanın direnciyle devrimi bastırma ihtimali düşünülemez. Ekim 1917’de Sovyetlerin gücü ellerine aldığı Rusya’daki durum buydu.</p>
<p>Bolşevik planı, partileri adına hükümetin tüm kontrolünü ele geçirmekti. Sovyet örgütleri aracılığıyla işleri insanların kendilerinin yönetmesine izin vermek planlarına uymuyordu. Sovyetlerin söz hakkı olduğu sürece Bolşevikler amacına ulaşamadı. Bu nedenle ya Sovyetleri ortadan kaldırmak ya da onların kontrolünü ele geçirmek gerekiyordu.</p>
<p>Sovyetleri ortadan kaldırmak imkansızdı. Emekçi insanları temsil ediyorlardı. Sovyet fikri, yüzyıllardır Rus halkının değerli bir rüyasıydı. Rusya’nın uzak geçmişte bile çeşitli türden sovyetleri vardı ve tüm köy yaşamı sovyet ilkesi üzerine inşa edilmişti; yani tüm üyelerin eşit hak ve temsili. Köyün veya kasabanın işlerini gerçekleştiren halk meclisi olan eski Rus “mir”i, sovyet fikrinin biçimlerinden biriydi.</p>
<p>Bolşevikler, devrimci işçi ve köylülerin yanı sıra (üniformalı işçi ve köylü olan) askerlerin de sovyetlerin ortadan kaldırılmasına dayanamayacaklarını biliyordu. Onları kontrol etmenin tek alternatifi kaldı. Lenin’in <em>“Amaç, araçları haklı çıkarır.”</em> ilkesine bağlı olarak Bolşevikler, Sovyetlerdeki diğer devrimci unsurları gözden düşürmek ve elemek için hiçbir yöntemden kaçınmadı. Kitleleri aldatmak ve diğerlerine, özellikle de Sol Sosyalist Devrimciler ve anarşistlere karşı kışkırtmak amacıyla ısrarlı bir karalama ve itibarsızlık kampanyası yürüttüler. Sistematik olarak ve en Cizvit* yolla, Lenin’in “proleter diktatörlüğü” planını gerçekleştirebilmek için <em>tek </em>güç olmaya çalıştılar.</p>
<p>Böylesi taktiklerle Bolşevikler sonunda, gerçekte yeni hükümet haline gelen bir Halk Komiserleri Sovyeti kurmayı başardı. Bütün üyeleri -iki küçük istisna dışında- Bolşeviklerdi: Adalet ve Tarım Komiserlikleri’ne Sol Sosyalist Devrimciler başkanlık ediyordu. Çok geçmeden bunlar da elendi ve yerini Bolşevikler aldı. Halk Komiserleri Sovyeti, şimdi Rusya Komünist Partisi olarak yeniden adlandırılan Bolşevik Parti’nin siyasi makinesiydi.</p>
<p>Bu komünist partinin neyi temsil ettiğini, amaçlarının ve hedeflerinin ne olduğunu zaten biliyoruz. “Proletarya diktatörlüğü” etiketi altında münhasır Bolşevik egemenliğini güvence altına alma kararlılığını açıkça dile getirdiler.</p>
<p>Bu, Rusya tarihinin de gösterdiği gibi, devrim ve devrimin toplumsal ve ekonomik yeniden yapılanma hedefi için ölümcül oldu.</p>
<p>Neden?</p>
<p><strong>Çeviren: Burak Aktaş</strong></p>
<hr class=”wp-block-separator” />
<p><em>*Cizvitler ya da İsa Cemiyeti, genel merkezi Roma’da olan, Katolik Kilisesi’nin erkek bir tarikatıdır. “Fedai ruhlu bir Hristiyan edasıyla” anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.</em></p>
<h3>BÖLÜM: 15 ŞUBAT VE EKİM ARASINDA</h3>
<p>New York, Madison Square Garden’da Çar’ın tahttan indirilmesini kutlamak için düzenlenen çok büyük bir toplantıya katıldığımı hatırlıyorum. Büyük salon, yirmi bin kişiyle en yüksek coşkuya uyacak şekilde kalabalıktı. Konuşmacı <em>“Rusya özgürdür!”</em> diye başladı. Bildiriyi bir alkış, haykırış ve bağırış kasırgası karşıladı. Bu durum tekrar tekrar patlak vererek dakikalarca sürdü. Seyirci sessizleşip konuşmacı devam etmek üzereyken kalabalıktan bir ses geldi:</p>
<p><em>“Ne için özgür?”</em></p>
<p>Cevap gelmedi. Konuşmacı konuşmasına devam etti.</p>
<p>Ruslar basit ve saf insanlardır. Hiçbir anayasal hakka sahip olmadıkları için siyasete ilgileri yoktu ve bu yüzden yozlaşmamışlardı. Kongre ve parlamento hakkında çok az şey biliyorlardı ve onları daha da az önemsiyorlardı.</p>
<p><em>“Ne için özgür?”</em> olduğunu merak ettiler.</p>
<p>Onlara <em>“Çar ve onun zulmünden özgürsün.”</em> diye cevap verildi.</p>
<p><em>“Bu çok güzel.”</em> diye düşündüler. Asker sordu: <em>“Peki ya savaş?”</em>. Köylü sordu: <em>“Peki ya toprak?”</em>. İşçi kıpırdandı:<em> “Peki ya düzgün bir yaşam?”</em> Görüyorsun dostum, Ruslar o kadar “eğitimsizdi” ki herhangi bir şeyden kurtulmayla tatmin olmamışlardı; bir şeyler yapabilmek için özgür olmak istiyorlardı, istedikleri şeyleri yapmak için özgür olmak istiyorlardı. Ve istedikleri şey yaşama, çalışma ve emeklerinin meyvelerinden yararlanma şansıydı. Yani toprağa erişmek istiyorlardı, böylece kendileri için yiyecek yetiştirebileceklerdi. Madenlere, dükkanlara ve fabrikalara erişmek istiyorlardı, böylece ihtiyaç duydukları şeyleri üretebileceklerdi. Ancak Geçici Hükümet altında, tıpkı Romanovlarda olduğu gibi, bu şeyler zenginlere aitti; “özel mülkiyet” olarak kaldılar.</p>
<p>Dediğim gibi sıradan bir Rus, siyaset hakkında hiçbir şey bilmiyordu ama kendisinin tam olarak ne istediğini biliyordu. İsteklerinin bilinmesini sağlamakta hiç zaman kaybetmedi ve onları elde etmekte kararlıydı. Askerler ve denizciler savaşı sona erdirme taleplerini Geçici Hükümet’e sunmak için kendi aralarından sözcülerini seçtiler. Temsilciler kendilerini Rusya’da <em>Sovyet</em> adı verilen asker konseyleri olarak örgütlediler. Köylüler ve şehir işçileri de aynısını yaptı. Bu şekilde ordunun ve donanmanın her bir dalı, her tarım ve sanayi bölgesi, hatta her fabrika kendi Sovyetlerini kurdu. Zamanla çeşitli Sovyetler, oturumlarını Petrograd’da düzenleyen “Rusya İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyeti”ni kurdu.</p>
<p>Sovyetler aracılığıyla halk artık taleplerini dile getirmeye başladı.</p>
<p>Milyukov’un önderliğindeki yeni liberal rejim -Geçici Hükümet- onları hiç dikkate almadı. İktidara geldiklerinde insanların ihtiyaç ve isteklerine kulak asmaları, tüm siyasi partilerin karakteristik özelliğidir. Geçici Hükümet bu açıdan Çarlık otokrasisinden farklı değildi. Zamanın ruhunu anlayamadı ve aptalca birkaç küçük reformun ülkeyi tatmin edeceğine inandı. Konuşmak ve tartışmakla, yeni yasa teklifleri sunmakla ve daha fazla yasa çıkarmakla meşgul oldu. Ama insanların istediği yasa değildi. Hükümet savaşı sürdürmekte ısrar ederken insanlar barış istiyordu. <em>“Toprak ve ekmek!”</em> diye bağırdılar ama ellerine sadece daha fazla yasa geçti.</p>
<p>Tarihin öğrettiği herhangi bir şey varsa o da bütün bir halkın iradesine meydan okuyamayacağınızdır. Bunu bir süreliğine bastırabilir, halk protestosunun gelgitini durdurabilirsiniz ancak halk, fırtına geldiğinde daha şiddetli bir şekilde öfkelenecektir. Sonra her engeli yıkacak, tüm muhalefeti silip süpürecek ve ivmesi onu asıl amacından daha da ileriye taşıyacaktır.</p>
<p>Her büyük çatışmanın, her devrimin hikayesi buydu.</p>
<p>Örneğin Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı hatırlayın. Büyük Britanya’ya karşı kolonilerin isyanı, George III Hükümeti tarafından talep edilen çay vergisini ödemeyi reddetmesiyle başladı. Kralın muhalefetiyle karşılaşan nispeten önemsiz -temsil olmaksızın vergilendirmeye- itiraz savaşla sonuçlandı ve Amerikan kolonilerinin İngiliz yönetiminden tamamen kurtarılmasıyla sonuçlandı. Böylece Birleşik Devletler Cumhuriyeti doğdu.</p>
<p>Fransız Devrimi de benzer şekilde küçük iyileştirmeler ve reformlar talebiyle başladı. 14. Louis, halkın sesine kulak vermeyi reddetmesi sonucu sadece tahtını değil kafasını da kaybetti ve Fransa’daki tüm feodal sistemin yıkılmasına neden oldu.</p>
<p>Çar II. Nicholas da birkaç önemsiz tavizin devrimi durduracağına inanıyordu. O da aptallığının bedelini tacı ve canıyla ödedi. Aynı kader Geçici Hükümeti de geride bıraktı. Bilge bir adam bu nedenle “Tarih tekerrür eder.” demişti. Her zaman aynı şeyleri yapan, devlettir.</p>
<p>Geçici Hükümet, çoğunlukla insanları anlamayan ve ihtiyaçlarından çok uzak olan muhafazakâr insanlardan oluşuyordu. Halk her şeyden önce barış istedi. Milyukov liderliğindeki ve daha sonra Kerenski yönetimindeki Geçici Hükümet genel mutsuzluk, ülkenin endüstriyel ve ekonomik hayatındaki ciddi çöküşe rağmen savaşı sürdürmekte kararlıydı. Devrimin yükselen dalgası kısa süre sonra Hükümet’i ortadan kaldıracaktı: İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, meseleleri kendi eline almaya hazırlanıyordu.</p>
<p>Bu esnada halklar beklemedi. Cephedeki askerler zaten gereksiz ve yararsız katliam olarak gördükleri savaşı bırakmaya karar vermişlerdi. Yüz binlerce kişi savaş alanlarını terk edip çiftliklerine ve fabrikalarına dönüyordu. Orada devrimin gerçek amaçlarını uygulamaya koymaya başladılar. Onlara göre Devrim, basılı anayasalar ve kâğıt üstündeki haklar değil toprak ve atölye anlamına geliyordu. Haziran ve Ekim 1917 arasında -Geçici Hükümet “reformları” durmaksızın tartışmaya devam ederken- köylüler büyük toprak sahiplerinin mülklerine el koymaya başladılar ve işçiler sanayinin mülkiyetini aldılar.</p>
<p>Buna kapitalist sınıfı mülksüzleştirmek deniyordu. Yani efendileri, tekelleştirme hakları olmayan şeylerden; emekçi sınıflardan, halktan aldıkları şeylerden mahrum etmek.</p>
<p>Bu şekilde toprak toprak sahiplerinden; maden ve değirmenler “sahiplerinden”, depolar ise spekülatörlerden kamulaştırıldı ve hepsi mülksüzleştirildi. İşçiler ve çiftçiler, işçi sendikaları ve tarım örgütleri aracılığıyla her şeyi ellerine aldılar.</p>
<p>Milyukov’un “liberal” hükümeti, müttefikler istediği için savaşı sürdürmekte ısrar etmişti. Kerenski’nin “devrimci” hükümeti de halkın taleplerine sağır kaldı. Köylünün “izinsiz” toprak almasına karşı sert yasalar çıkardı. Kerenski, orduyu cephede tutmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve hatta “firar” için ölüm cezasını yeniden uygulamaya koydu. Ancak insanlar artık hükümeti görmezden geliyordu.</p>
<p>Durum, bir ülkenin gerçek gücünün herhangi bir parlamentoda veya hükümette değil halkın; savaşan, emek veren ve üretenlerin elinde olduğunu bir kez daha kanıtladı. Kerenski bir zamanlar Rusya’nın sevilen idolüydü, herhangi bir Çar’dan daha güçlüydü. Yine de otoritesi kayboldu, hükümeti düştü. İnsanlar onun davaya hizmet etmediğini anlayınca kendi hayatı için kaçmak zorunda kaldı. O, Geçici Hükümet’in başında iken gerçek güç, üyelerinin çoğu devrimci işçiler köylüler ve askerlerden oluşan Petrograd Sovyeti’ne geçmeye başladı.</p>
<p>Nüfusun farklı sınıflarından oluşan yapılarda -kendi çıkarları doğrultusunda kaçınılmaz olduğu gibi- Sovyet’te de çeşitli ve hatta karşıt görüşler temsil edildi. Ancak bu koşullar altında en büyük etki her zaman halkın en derin duygularını ve ihtiyaçlarını dile getiren kişilerin etkisidir. Bu nedenle Sovyet’teki daha devrimci unsurlar, insanların gerçek isteklerini ve özlemlerini ifade ettikleri için yavaş yavaş hakimiyet kazandılar.</p>
<p>Sovyet içinde, Rusya’nın özgürlüğe ve refaha kavuşması için gereken tek şeyin Birleşik Devletler’inkine benzer bir anayasa olduğunu savunanlar vardı. Kapitalizmin iyi olduğunu iddia ettiler: Zengin ve fakir, efendiler ve hizmetkarlar olmalı; insanlar, demokratik bir hükümetin kendilerine vereceği hak ve özgürlüklerden memnun olmalıdır. Bunlar, Rusya’daki anayasal demokratlardı. Etkilerini çabucak kaybettiler çünkü “saf” Rus işçileri ve köylüleri özgürlüğün, kâğıt üzerindeki haklar ve özgürlükler olmadığını, çalışma ve emeklerinin meyvelerinden yararlanma şansı olduğunu biliyorlardı. Anayasası ve Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerika’yı örnek gösterdiler ve o ülkede anayasal olarak var olan adaletsizlik, yolsuzluk ve ücretli köleliği önemsemediklerini söylediler.</p>
<p>Bir sonraki daha liberal unsur, Menşevik olarak bilinen sosyal demokratlardı. Sosyalistler olarak kapitalizmin ortadan kaldırılacağına inandılar ancak devrimin bunu yapmanın zamanı olmadığını ilan ettiler. Neden bunu söylediler? Çünkü devrimin -öyle görünse bile- proleter bir devrim olmadığı iddia ettiler. Şu an toplumsal bir devrim olamayacağını ve bu nedenle ülkenin temel ekonomik koşullarını değiştirmemesi gerektiğini savundular. Onlara göre bu yalnızca bir burjuva devrimiydi, siyasi bir devrimdi ve bu nedenle yalnızca siyasi değişiklikler yapmalıydı. Menşevikler bunun bir burjuva devriminden başka bir şey olamayacağını ileri sürdü. Zaten ‘büyük’ Karl Marks, proleter devrimin ancak kapitalizmin en yüksek gelişme aşamasına ulaştığı bir ülkede gerçekleşebileceğini öğretmemiş miydi? Rusya, endüstriyel olarak çok geri kalmıştı ve bu nedenle, devrimi proleter olarak görmek Marks’ın öğretilerine aykırı olacaktı. Bu nedenle kapitalizm Rusya’da kalmalı ve insanlar ücret köleliğini kaldırmayı düşünmeden önce kapitalizme olgunlaşma şansı verilmelidir.</p>
<p>Sosyal demokratların Rusya işçileri arasında çok takipçisi vardı, birçok işçi sendikası Menşevik’ti. Ancak devrimin -yalnızca Marks elli yıl önce olamayacağını söylediği için- proleter olmadığı iddiası emekçilerin ilgisini çekmedi. Devrimi gerçekleştirmişlerdi, mücadele etmişler ve bunun için kan dökmüşlerdi. Çarı ve onun kliğini kovmuşlardı ve şimdi de sanayi patronlarını kovuyorlar, böylece ücretli köleliği ve kapitalizmi ortadan kaldırıyorlardı. Uzun bir süre önce ölmüş bir adam bunun yapılamayacağına inanıyor diye pratikte yaptıkları şeyi neden teoriye göre yapamadıklarını anlayamıyorlardı. Sosyalist liderlerin mantığı onlar için fazla ‘bilimsel’di. Sağduyuları onlara bunun tamamen saçmalık olduğunu söyledi ve Menşevikler, işçiler arasındaki takipçilerinin çoğunu kaybetti.</p>
<p>Diğer bir siyasi partiye Sosyalist Devrimciler adı verildi. Bu partide, geçmişte Çarlığa karşı aktif mücadele etmiş birçok devrimci vardı. Sosyalist Devrimciler’in, başta çiftçi nüfusu olmak üzere çok sayıda taraftarı vardı. Ancak ülke buna karşı çıkarken savaşın devamı için tavır alarak onları yabancılaştırdılar. Bu tavır partide de bir bölünmeye neden oldu, muhafazakâr unsur Sağ Sosyalist Devrimciler olarak anılırken daha devrimci hizip kendisine Sol Sosyalist Devrimciler adını verdi. Çar döneminde uzun yıllar Sibirya’da hapis cezasına çarptırılmış olan Maria Spiridonova liderliğindeki ikincisi, savaşın sona ermesini savundu ve özellikle daha yoksul tarım nüfusu içinde çok önemli bir takipçi kitlesi elde etti.</p>
<p>Rusya’daki en radikal unsur; derhal barış, köylüler için özgür toprak, üretim ve dağıtım araçlarının toplumsallaşmasını talep eden anarşistlerdi. Herkes için eşit haklar, kapitalizmin ve ücretli köleliğin kaldırılması ve hiç kimseye özel ayrıcalıklar verilmemesini istediler. Toprak, fabrikalar ve değirmenler, üretim makineleri ve dağıtım araçları tüm halkın malı olacaktı. Herkes yeteneğine göre çalışacak ve ihtiyaçlarına göre alabilecekti. Herkes için tam özgürlük ve karşılıklı çıkarlar temelinde ortak kullanım olacaktı. Anarşistler, iktidarı herhangi bir hükümete devretmeye veya bir siyasi partinin otoritesine karşıydı. Her türden hükümetin devrimi bastıracağını ve işçileri zaten elde ettikleri sonuçlardan mahrum edeceğini söylediler. Bir ülkenin yaşamının ve refahının siyasete değil ekonomiye bağlı olduğunu savundular. Yani insanların istediği yaşamak, çalışmak ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunun için siyaset değil duyarlı bir ekonomi yönetimi gereklidir. Siyasetin, yaşamalarına yardım etmek değil insanları yönetmek ve onlara hükmetmek için bir oyun olduğu konusunda ısrar ettiler. Kısacası anarşistler; emekçilere kimsenin bir daha efendi olmasına izin vermemelerini, siyasi hükümeti ortadan kaldırmalarını ve tarımsal, endüstriyel ve toplumsal işlerini yöneticiler ve sömürücülerin yararına değil herkesin iyiliği için işletmelerini tavsiye ettiler. Halkı kendi örgütleri aracılığıyla Sovyetlerinin yanında olmaya ve çıkarlarını korumaya çağırdılar.</p>
<p>Anarşistlerin sayısı nispeten azdı. En devrimci unsur olarak Çarlık rejimi tarafından sosyalistlerden daha kötü zulüm gördüler. Birçoğu idam edildi, diğerleri hapsedildi ve örgütleri yasadışı ilan edilerek bastırıldı. Anarşistlere yakın olmak çok tehlikeliydi ve örgütlenme çalışmaları son derece zordu. Bu nedenle anarşistler 120 milyon nüfusa sahip geniş bir ülkede halkın geneli üzerinde çok fazla etki yaratamıyorlardı.</p>
<p>Ancak fikirlerinin insanların doğal içgüdülerine hitap etmesi bakımından büyük bir avantajları vardı. Anarşistler, yetenekleri ve sınırlı güçleri ölçüsünde barış, toprak ve ekmek talebini teşvik ettiler, bu taleplerin doğrudan kamulaştırma ve özgür bir komünal yaşamın oluşturulması yoluyla gerçekleştirilmesi için aktif olarak çabaladılar.</p>
<p>Rusya’da anarşistlerden çok daha kalabalık olan bir siyasi parti vardı. Bu parti, anarşist fikirlerin değerini anladı ve bunları gerçekleştirmek için çalışmaya koyuldu.</p>
<p>Bolşevikler.</p>
<p><strong>Çev. Burak Aktaş</strong></p>
<h2><a id=”bolum-14-subat-devrimi” class=”aal_anchor” href=”https://meydan1.org/2021/01/10/anarsizm-nedir-14-subat-devrimi-alexander-berkman/#bolum-14-subat-devrimi” aria-hidden=”true”></a><strong>BÖLÜM 14: ŞUBAT DEVRİMİ</strong></h2>
<p>Rusya’da, Komünist Parti olarak bilinen Bolşevikler devleti kontrol ediyor. Ekim 1917 Devrimi onları iktidara getirdi.</p>
<p>Bu devrim, 1789-1793 Fransız Devrimi’nden bu yana dünyada gerçekleşen en önemli olaydı. Hatta ondan bile daha büyüktü çünkü toplumda çok daha derine indi. Fransız Devrimi, herkes için kardeşliği ve refahı da güvence altına alacağına inanarak, siyasi özgürlük ve eşitliği tesis etmeye çalıştı. Gelişme yolunda atılmış güçlü bir adımdı ve nihayetinde Avrupa’nın tüm siyasi çehresini değiştirdi. Fransa’da monarşiyi kaldırdı, cumhuriyeti kurdu ve feodalizme, kilisenin mutlak egemenliğine ve soylulara öldürücü bir darbe vurdu. Kıtadaki her ülkeyi gelişmeci çizgide etkiledi ve Avrupa çapında demokratik duyarlılığın gelişmesine yardımcı oldu.</p>
<p>Ama temelde hiçbir şeyi değiştirmedi. Siyasi hakları ve özgürlükleri güvence altına almak için yapılan <em>siyasi bir </em>devrimdi. Onları gerçekten de güvence altına aldı. Fransa günümüzde bir “demokrasi”dir ve hapishane binalarında bile “Özgürlük, Kardeşlik, Eşitlik!” sloganı yazmaktadır. Ancak en çok ihtiyaç duyulan şeyi; insanı sömürü ve baskıdan kurtarmayı başaramadı.</p>
<p>Fransız Devrimi, aristokrasi ve soyluların yerine orta sınıfları-burjuvaziyi iktidara getirdi. O zamana kadar sadece serf olan çiftçi ve işçilere bazı anayasal haklar verdi. Ancak burjuvazinin gücü olan endüstriyel hakimiyet, çiftçiyi acınası bir şekilde bağımlı hale getirirken şehir işçisini de bir ücretli köleye çevirdi.</p>
<p>Aksi olamazdı çünkü ekonomik olarak esaret altında kaldığınız sürece özgürlük sadece boş bir sestir. Daha önce de belirttiğim gibi özgürlük, belirli bir şeyi yapma <em>hakkına </em>sahip olduğunuz anlamına gelir; ama bunu yapmaya <em>fırsatınız </em>yoksa, bu hak sadece dalga geçmektir. Gerçek politik durumun ne olursa olsun, ekonomik durumunda yatıyor. Kendini ve ailesini açlıktan korumak için hayatı boyunca köle olmaya mecbur kalan birinin hiçbir siyasi hakkı en ufak anlamda bile bir işe yaramaz.</p>
<p>Fransız Devrimi, kralın ve soyluların despotizminden kurtuluşa doğru atılmış büyük bir adımdı fakat insanın <em>gerçek </em>özgürlüğü için hiçbir şey gerçekleştiremedi çünkü ona ekonomik anlamda fırsat ve bağımsızlık sağlayamadı.</p>
<p>Bu nedenle Rus Devrimi, önceki tüm ayaklanmalardan çok daha önemli bir olaydı. Sadece Çarı ve onun mutlak egemenliğini ortadan kaldırmakla kalmadı. Daha önemli bir şey de yaptı: Mülk sahibi sınıfların, toprak baronlarının ve sanayi krallarının <em>ekonomik </em>gücünü yok etti. Bu nedenle tarihin en büyük olayıdır, böyle bir şeyin ilk ve tek denemesidir.</p>
<p>Bu, Fransız Devrimi tarafından yapılamazdı çünkü o zamanlar insanlar hâlâ siyasi özgürleşmenin insanları özgürleştirmek ve eşitlemek için yeterli olduğuna inanıyorlardı. Tüm özgürlüğün temelinin ekonomik olduğunun farkında değillerdi. Ancak bu, hiçbir şekilde Fransız Devrimi’nin itibarını zedelemek anlamına gelmez; o zamanlar köklü bir ekonomik değişim için yeterince olgun değildi.</p>
<p>Yüz yirmi sekiz yıl sonra gelen Rus Devrimi daha da aydınlanmıştı. Sorunun köküne indi. Köylüler toprağa, işçiler ise fabrikalara sahip olmadıkça hiçbir siyasi özgürlüğün işe yaramayacağını biliyordu, ekonomik özgürlük toprak tekellerinin ve kapitalist sahiplerin insafına bırakılamazdı.</p>
<p>Elbette Rus Devrimi bu büyük işi bir gecede başaramadı. Devrimler, her şey gibi büyürler: Küçük başlarlar, güç biriktirirler ve genişlerler.</p>
<p>İçerideki halkın ve cephedeki ordunun hoşnutsuzluğu nedeniyle Rus Devrimi savaş sırasında başladı. Ülke savaşmaktan yorulmuştu; açlık ve sefalet tarafından yıpratılmıştı. Askerler yeterince katliam görmüştü; neden öldürmeleri veya öldürülmeleri gerektiğini sorgulamaya başlamışlardı ve askerler soru sormaya başladığında, hiçbir savaş daha fazla devam edemez.</p>
<p>Çarlığın despotizmi ve yolsuzluğu yangını daha da harladı. Mahkeme, rahip Rasputin’in İmparatoriçe’yi kullanması ve onun üzerindeki etkisini kullanarak Çar ile beraber devlet işlerini kontrol etmesi ile kamuya açık bir skandala dönüşmüştü. Entrikalar, rüşvet ve her türlü aşağılık olay yaygındı. Ordu parası üst düzey yetkililer tarafından çalındı ve askerler genellikle yeterli cephane ve malzeme olmadan savaşa girmek zorunda kaldılar. Çizmelerinin tabanı kağıttandı, çoğunun çizmesi bile yoktu. Bazı alaylar isyan etti; diğerleri savaşmayı reddetti. Askerler gittikçe daha sık bir şekilde “düşman” ile -farklı bir ülkede doğma talihsizliğine sahip olan ama kendileri gibi olan genç erkeklerle- dost oldular ve onlara da tıpkı Ruslara olduğu gibi, neden ateş etmeleri veya vurulmaları gerektiğini bilmeden savaşma emri verilmişti. Çok sayıda kişi silahlarını bıraktı ve eve döndü. Orada insanlara cephedeki korkunç koşulları, işe yaramaz katliamı, sefaleti ve felaketi anlattılar. Bu, toplumdaki hoşnutsuzluğun artmasına sebep oldu, insanlar Çar’a ve rejimine karşı diş bilemeye başlamıştı.</p>
<p>Gün geçtikçe bu duygu büyüdü; yiyecek ve erzak kıtlığı, artan vergiler ve ihtiyaçlar nedeniyle bu ateş gittikçe harlanmıştı.</p>
<p>Şubat 1917’de devrim patlak verdi. Bu gibi durumlarda her zaman olduğu gibi, bütün güçler kör bir şekilde boğuşuyordu.</p>
<p>Otokrat ve onun bakanları, aristokratlar ve danışmanlarının hepsi, bunun sadece bazı sokak düzensizlikleri, grevler ve ekmek isyanları meselesi olduğuna inanıyorlardı. Kendilerini ellerinde yularlarıyla güvende hayal ettiler. Ancak “düzensizlik” tüm ülkeye yayılmaya devam etti ve Çar, tahttan inmek zorunda kaldı. Çok geçmeden, bir zamanlar güçlü olan hükümdar tutuklandı ve daha önce binlerce kişiyi ölüme gönderdiği Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Daha sonra kendisi ve tüm ailesi kıyametle karşılaştı.<sup> </sup>Rus otokrasisi kaldırıldı. Avrupa’nın en güçlü hükümetine karşı yapılan Şubat Devrimi, neredeyse silah kullanmadan gerçekleştirildi.</p>
<p><em>“Nasıl bu kadar kolay yapılabilir?”</em> Merak ediyorsun.</p>
<p>Romanov rejimi bir mutlakıyetti; Çar yönetimindeki Rusya, Avrupa’nın en köleleştirilmiş ülkesiydi. İnsanların fiilen hiçbir hakkı yoktu. Otokratın arzuları yüceydi, polisin emri en yüksek yasaydı. İnsanlar yoksulluk içinde yaşayıp büyük zulme uğruyordu. Özgürlüğe hasretlerdi.</p>
<p>Yüz yıldan fazla bir süredir Rusya’daki özgürlükçüler ve devrimciler, tiranlığın rejimini baltalamak, halkı aydınlatmak ve boyun eğmesinler diye isyana teşvik etmek için çalışmışlardı. Bu hareketin tarihi, erkek ve kadınların en iyilerinin adanmışlığı ve inançlarıyla doludur. Binlerce, hatta yüzbinlerce kişi Golgota (İsa’nın çarmıha gerildiği tepe) yolunda sıraya girdi, hapishaneleri doldurdu, Sibirya’nın donmuş doğasında işkence gördü ve ölümüne yürüdü. Yüz yıldan uzun bir süre önce, Decembrist’in anayasayı güvence altına alma girişimiyle başlayarak, nihilistlerin ve devrimcilerin kahramanca fedakarlıklarıyla özgürlük ateşleri yanmaya devam etti. O büyük öykünün insanlık tarihinde eşi benzeri yoktur.</p>
<p>Görünürde bu özgürlüğün tamamen iflası, özgürlük mücadelesi verenlerin halka ulaşmasını, toplumu aydınlatmasını neredeyse imkânsız kıldığı için kaybedilen bir mücadeleydi. Çarlık, çok sayıda polis ve gizli servisinin yanı sıra halkı Çar’a sefil bir kölelik ve “yasa ve düzene” sorgusuz itaat etme konusunda eğiten resmi kilise, basın ve okul tarafından iyi korunuyordu. Özgürlükçü bir duyguyu dile getirmeye cüret eden herkese ağır cezalar verildi; en sert yasalar, köylülere okuma yazma öğretme girişimlerini bile cezalandırdı. Hükümet, soylular, din adamları ve burjuvazi, her zamanki gibi, insanları aydınlatmak için en küçük bir çabayı bile ortadan kaldırmak ve ezmek için bir araya geldi. Rusya’daki özgürlükçü unsurlar, fikirlerini yaymanın bütün yollarından yoksun bırakıldı ve barbar zorbalığa karşı şiddet kullanma, devletin egemenliğini küçük bir ölçüde hafifletmek için şiddetli eylemlere başvurma zorunluluğuna sürüklendi. Despotizm aynı zamanda ülkelerinin ve dünyanın dayanılmaz koşullara dikkatini çektirmeye zorladı. Rusya’da şiddet eylemlerine yol açan ve insan hayatının kutsal olduğuna inanan idealistleri tiranların cellatları haline getiren, bu trajik zorunluluktu. Doğanın asilleri onlardı, insanların korku boyunduruğunu kaldırmak için canlarını gönüllü olarak hatta hevesle feda eden erkekler ve kadınlardı. Rusya’nın en karanlığında baskı ve özgürlük arasındaki asırlık savaşın gökkubbesindeki parlak yıldızlar gibi Sophie Perovskaya, Kibaltchitch, Grinevitsky, Sasonov bilinen ve bilinmeyen sayısız ismin arasından öne çıkıyor.</p>
<p>Son derece düzensiz bir mücadeleydi, görünüşe göre umutsuz bir mücadeleydi. Devrimciler; geniş orduları, çok sayıda polisi, özel siyasi casus büroları, kötü şöhretli Üçüncü Dairesi, polisin ve polisin yardımcısı konumundaki ev çalışanlarının gizli yardımı sistemiyle <em>Okhrana’dan </em>(Çarlık gizli polisi) oluşan <em>Çarlığın</em> sınırsız gücüne karşı bir <em>avuçtu.</em></p>
<p>Kaybedilen bir kavgaydı. Yine de Rus gençliğinin, özellikle de öğrenci unsurunun görkemli idealizmi, bastırılamaz hevesleri ve özgürlüğe bağlılıkları boşuna değildi. İnsanlar, nihayetinde ışığın karanlığa karşı mücadelesinde her zaman olduğu gibi, galip çıktı. Tüm zulmün ve baskının karşısında dünya için ne iyi bir ders, ruhu zayıf olanlara ne güzel bir teşvik, insanlığın daha da hiç durmayacak gelişmesi için ne büyük ümit!</p>
<p>1905’te Rusya’nın ilk devrimi patlak verdi. Otokrasi hâlâ güçlüydü ve insanların ayaklanması -Çar’ı belirli anayasal haklar tanımaya zorlayarak da olsa- ezildi. Ancak devlet bu küçük tavizlerin bile intikamını korkuyla aldı. Yüzlerce devrimci bu bedeli canlarıyla ödedi, binlercesi hapsedildi ve başka binlercesi Sibirya’ya sürgün edildi.</p>
<p>Despotizm yine ferah bir nefes aldı ve halka karşı kendini güvende hissetti. Ama uzun sürmedi. Özgürlük açlığı belki bir süreliğine bastırabilir ancak asla yok edilemez. İnsanın doğal içgüdüsü özgürlük içindir ve yeryüzündeki hiçbir güç onu uzun süre bastırmayı başaramaz.</p>
<p>On iki yıl sonra -bir halkın hayatında çok kısa bir süre- bir başka devrim, Şubat 1917’de gerçekleşti. 1905 ruhunun ölmediğini, bunun için ödenen bedelin boşuna olmadığını kanıtladı. Yitirilenlerin kanının özgürlük ağacını büyüttüğünü gösterdi. Devrimcilerin emeği ve fedakarlığı meyvesini verdi. Rusya, sonraki olayların da kanıtladığı gibi, geçmiş deneyimlerinden çok şey öğrenmişti.</p>
<p>İnsanlar öğrenmişti. 1905’te despotizmin yalnızca bir miktar hafifletilmesini, bazı küçük siyasi özgürlükleri talep etmişlerdi; şimdi zalim yasanın tamamen ortadan kaldırılmasını talep ediyorlardı.</p>
<p>Şubat Devrimi, Çarlık’ın ölüm çanını çaldı. Tarihin en az kanlı devrimiydi. Daha önce de açıkladığım gibi, en güçlü devletin gücü bile, insanlar onun otoritesini kabul etmeyi, ona boyun eğmeyi ve desteklemeyi reddettikleri anda buharlaşıyor. Romanov rejimi neredeyse hiç savaşmadan fethedildi. Doğal olarak böyle oldu çünkü bütün halk onun yönetiminden bıkmıştı; bunun zararlı, gereksiz olduğuna ve ülkenin onsuz daha iyi olacağına karar vermişti. Devrimci unsurların (anarşistler dahil çeşitli gruplar) yürüttüğü bitmek bilmeyen ajitasyon ve eğitim çalışması, Çarlığın ortadan kaldırılması gerektiğini anlamayı topluma öğretmişti. Bu duygu o kadar yaygınlaştı ki -her ülkede olduğu gibi Rusya’daki en karanlık grup olan- ordu bile mevcut koşullara olan inancını kaybetti. İnsanlar despotizmi <em>aşmış</em>, zihinlerinde ve ruhlarında kendilerini ondan kurtarmış, böylelikle kendilerini fiilen ve fiziksel olarak özgürleştirme gücü ve imkânı elde etmişlerdir.</p>
<p>Bu nedenle, mutlak güce sahip otokrat Rusya kendine artık destek bulamadı. Hayır, onu koruyacak tek bir alay bile yoktu. Avrupa’nın en güçlü devleti, iskambil kağıtlarından yapılan bir kule gibi çöktü.</p>
<p>Geçici Yönetim Çar’ın yerini aldı. Rusya özgürdü.</p>
<p><strong>Çev. Burak Aktaş</strong></p>
<h2><a id=”bolum-13-sosyalizm” class=”aal_anchor” href=”https://meydan1.org/2020/12/26/anarsizm-nedir-13-sosyalizm-alexander-berkman/#bolum-13-sosyalizm” aria-hidden=”true”></a>BÖLÜM 13: SOSYALİZM</h2>
<p>Bu soruyu sorduğunda, sosyalist sana şu cevabı veriyor:</p>
<p><em>“Sosyalist partiye oy ver. Partimizi seç. Kapitalizmi ortadan kaldırıp sosyalizmi kuracağız.”</em></p>
<p>Sosyalist ne istiyor ve bunu nasıl elde edeceğini söylüyor?</p>
<p>Sosyalistlerin birçok farklı grubu var. Sosyal Demokratlar, Fabiancı Sosyalistler, Nasyonal Sosyalistler, Hristiyan Sosyalistler ve daha birçok farklı etiket altındaki sosyalistler. Genel olarak, hepsi yoksulluğun ve adaletsiz toplumsal koşulların ortadan kaldırılmasına inanıyor. Ancak hangi koşulların ‘adil’ olacağı ve daha da önemlisi, onları nasıl hayata geçirecekleri konusunda çok da anlaşamıyorlar.</p>
<p>Bugünlerde kapitalizmi geliştirme çabalarına bile çoğu zaman ‘sosyalizm’ deniyor, oysa gerçekte bunlar sadece reformlardır. Bu tür reformlar sosyalist olarak kabul edilemez çünkü gerçek sosyalizm kapitalizmi ‘iyileştirmek’ değil onu tamamen ortadan kaldırmak anlamına gelir. Sosyalizm, emek koşullarının kapitalizm içindeyken özünde iyileştirilemeyeceğini öğretir. Aksine işçilerin çoğunun koşullarının, sanayiciliğin ilerleyerek gelişmesiyle birlikte giderek daha da kötüye gideceğini söyler. Yani kapitalizmi ‘reform’ ve ‘iyileştirme’ çabalarının doğrudan sosyalizme karşı çıktığını ve yalnızca sosyalizmin gerçekleşmesini geciktirdiğini savunur.</p>
<p>Önceki bölümlerde işçilerin köleleştirilmesinin, eşitsizliğin, adaletsizliğin ve diğer toplumsal kötülüklerin tekel ve sömürünün sonucu olduğunu; bu sistemin devlet denilen politik makine tarafından desteklendiğini gördük. Bu nedenle, kapitalizmin ve ücretli köleliğin ortadan kaldırılmasını desteklemeyen sosyalizm ekollerini –ki kendilerine sosyalist deme hakları yoktur- tartışmanın hiçbir amacı olmayacaktır. Tıpkı ‘zenginliğin adil dağıtımı’, ‘gelirin eşitlenmesi’, ‘tek vergi’ veya diğer benzer planlar gibi sosyalist olduğu iddia edilen önerilerden bahsetmenin faydasız olduğu gibi. Bunlar sosyalizm değil sadece reformdur. Örneğin Fabianizm’deki gibi sade bir salon sosyalizmi, halklar için hayati bir değere sahip değildir.</p>
<p>Öyleyse temelde kapitalizm ve maaş sistemini ele alan işçiyle ve yoksun bırakılmışlarla ilgilenen -Sosyal Demokrat Hareket olarak bilinen- sosyalizm ekolünü inceleyelim. Bu ekol sosyalizmin tüm diğer biçimlerini uygulanamaz ve ütopik olarak değerlendirir. Kendisini -tüm sosyal demokratların incili ve rehberi olan- Karl Marks tarafından formüle edilen gerçek sosyalizmin tek sağlam ve bilimsel teorisi dedikleri Kapital’in sesi olarak adlandırır.</p>
<p>O halde marksist sosyalistler olarak bilinen Karl Marks’ın sosyalist takipçileri ne öneriyor?</p>
<p>Kapitalizmi ortadan kaldırmadıkça işçilerin asla özgür olamayacaklarını ve refaha eremeyeceklerini söylüyorlar. Üretim kaynakları ve dağıtım araçlarının özel girişimlerin elinden alınmasını öğretiyorlar. Yani toprak, makine, değirmenler, fabrikalar, madenler, demiryolları ve diğer kamu hizmetlerinin özel mülkiyete ait olmaması gerekir çünkü bu tür bir mülkiyet, işçileri ve genel olarak insanlığı köleleştirir. Bu nedenle, olmadıklarında insanlığın varlığını sürdüremeyeceği şeylerin özel mülkiyeti sona ermelidir. Üretim ve dağıtım araçları kamu malı haline gelmelidir. Serbest kullanım fırsatı; tekeli, faizi ve kârı, sömürü ve ücretli köleliği ortadan kaldıracaktır. Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik ortadan kalkacak, sınıflar ayağa kalkacak; tüm insanlar özgür ve eşit olacaktır.</p>
<p>Sosyalizmin bu görüşleri, çoğu anarşistin fikriyle tam uyum içindedir.</p>
<p>Şuanki mülk sahipleri mücadele etmeden mülklerinden vazgeçmeyecekler. Tüm tarih ve geçmiş deneyimler bunu kanıtlıyor. Ayrıcalıklı sınıflar her zaman kendi avantajlarına sahip çıkmışlar, toplum üzerindeki güçlerini zayıflatma girişimlerine de her zaman karşı çıkmışlardır. Bugün bile emeğin koşullarının iyileşmesi için verilen mücadelelere karşı çıkıyorlar. Bu nedenle -geçmişte olduğu gibi gelecekte de- onları tekellerinden, özel haklarından ve ayrıcalıklarından mahrum etmeye çalışırsan plütokrasinin karşı çıkacağı kesindir. Bu karşı çıkış, acı bir mücadeleyle bir devrime yol açacaktır.</p>
<p>Gerçek sosyalizm bu nedenle radikal ve devrimcidir. Radikaldir çünkü toplumsal sorunların kökenine kadar gider (radix Latince’de kök anlamına gelir); reformlara ve geçici değişikliklere inanmaz, her şeyi baştan sona değiştirmek ister. Devrimci, kan dökülmesini istediği için değil devrimin kaçınılmaz olduğunu açıkça öngördüğü için; mülk sahibi sınıflar ve mülksüzleştirilmişler arasında şiddetli bir mücadele olmaksızın kapitalizmden sosyalizme geçilemeyeceğini bilir.</p>
<p><em>“Ama bir devrim ise”</em> diye soruyorsun, <em>“sosyalistler neden onları göreve getirmemi istiyor? Devrim mücadelesini orada mı verecekler?”</em></p>
<p>Yerinde bir soru. Kapitalizm madem devrimle ortadan kaldırılacak, sosyalistler ne için görev arıyorlar, neden hükümete girmeye çalışıyorlar?</p>
<p>İşte tam da marksist sosyalizmin büyük çelişkisinin ortaya çıktığı yer, her ülkedeki sosyalist hareket için ölümcül olan ve onu işçi sınıfına herhangi bir şekilde faydası olmayacak şekilde etkisiz ve güçsüz kılan temel çelişki.</p>
<p>Sosyalizmin neden başarısız olduğunu, sosyalistlerin neden çıkmaz sokağa girdiğini ve işçileri neden özgürleşmeye götüremeyeceklerini kavramak için bu çelişkinin açıkça anlaşılması önemli bir gerekliliktir.</p>
<p>Bu çelişki nedir? Şudur: Marks, “devrimin, yeni bir topluma gebe olan kapitalizmin ebesi olduğunu” anlatmıştır. Yani kapitalizmden devrim olmaksızın sosyalizm çıkmayacaktır. Ama diğer yandan Marks Komünist Manifesto’sunda burjuvaziyi fethetmek için proletaryanın devletin siyasi mekanizmasını ele geçirmesi gerektiğinde ısrar etmiştir. İşçi sınıfı -Marks’a göre- sosyalist partiler aracılığıyla devletin dizginlerini kavramalı ve sosyalizmi başlatmak için siyasi gücü kullanmalıdır.</p>
<p>Bu çelişki, sosyalistler arasında büyük kafa karışıklığına neden oldu ve hareketi birçok fraksiyona ayırdı. Bunların çoğu, her ülkede bulunan sıradan sosyalist partiler, işlevi kapitalizmi ortadan kaldırmak ve yerine sosyalizmi getirmek olacak bir sosyalist hükümetin kurulması için siyasi iktidarın ele geçirilmesini savunuyor.</p>
<p>Böyle bir şeyin mümkün olup olmadığını kendin değerlendir. Sosyalistler en başta mülk sahibi sınıfların sert bir karşı çıkış olmaksızın servet ve ayrıcalıklarından vazgeçmeyeceklerini, bunun devrimle sonuçlanacağını kendileri kabul ediyorlar.</p>
<p>Düşün, yaptıkları işlevsel mi? Birleşik Devletler’i ele alalım. Elli yıldan fazla bir süredir sosyalistler Kongre’ye parti üyelerini seçtirmeye çalışıyorlar, yarım asırlık bir siyasi çalışmanın ardından Washington’daki Temsilciler Meclisi’nde sadece bir üyeleri var. Kongrede sosyalist çoğunluğu elde etmek, bu hızla gidilirse (ki bu hız gitgide azalacak) kaç yüzyıl alacak?</p>
<p>Sosyalistlerin bir gün bu çoğunluğu güvence altına alabileceklerini varsayalım. O zaman kapitalizmi sosyalizme çevirebilecekler mi? Tek tek eyaletlerin anayasalarının yanı sıra Birleşik Devletler Anayasası’nın da -her birinde üçte ikilik bir çoğunluk sağlanarak- düzeltilmesi ve değiştirilmesi gerekecektir. Dur ve düşün: Amerikan plütokratlar, tröstler, burjuvazi ve kapitalizmden yararlanan tüm diğer güçler; sessizce oturup anayasanın kendilerini mal ve ayrıcalıklarından mahrum bırakacak şekilde değiştirilmesine izin mi verecekler? Buna inanabiliyor musun? Jay Gould’un milyonlarını yasadışı olarak almakla suçlandığı sırada ne dediğini hatırlıyor musun? <em>“Anayasanın canı cehenneme!”</em> Ve her plütokrat, Gould kadar açık sözlü olmasa bile aynı şekilde hisseder. Anayasa olsun ya da olmasın, kapitalistler servetleri ve ayrıcalıkları için ölümüne savaşacaklardır. Ve devrimden kasıt tam da budur. Sosyalistleri göreve seçerek kapitalizmin ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağına ya da sosyalizmin oy pusulasıyla oylanıp oylanamayacağına kendin karar verebilirsin. Ancak oy pusulaları ve mermiler arasındaki bir kavgayı kimin kazanacağını tahmin etmek zor değil.</p>
<p>Eski günlerde sosyalistler bunu çok iyi anlamışlardı. Daha sonra siyaseti sadece propaganda amacıyla kullanmak istediklerini iddia ettiler. Sosyalist ajitasyonun özellikle Almanya’da yasak olduğu günlerdeydi. Sosyalistler <em>“Bizi Reichstag’a (Alman parlamentosu) seçerseniz, o zaman işçilere sosyalizmi orada vaaz edebiliriz ve halkı onun için eğitebiliriz.” </em>diyorlardı. Bunun o zaman için bir nedeni vardı, sosyalist konuşmaları yasaklayan yasalar Reichstag’da geçerli değildi. Sosyalistler, sosyalizmi savunma fırsatına sahip olmak için siyasi faaliyetten yana oldular ve seçimlere katıldılar.</p>
<p>Zararsız bir şey gibi görünebilir ancak bu, sosyalizmin mahvoluşunu getirdi. Çünkü amacınıza ulaşmak için kullandığınız araçlar çok geçmeden amacınız olur, bu her zaman için doğrudur. Örneğin varoluşun yalnızca bir aracı olan para, hayatımızın amacı haline geldi. Devlet de benzer şekilde. İlkel topluluk tarafından bazı köy işlerine katılmak üzere seçilen ‘yaşlı’ yöneticiye, efendiye dönüştü. Sosyalistlerde de böyle oldu.</p>
<p>Yavaş yavaş tavırlarını değiştirdiler. Seçim toplantıları sadece bir eğitim yöntemi olmaktan çıktı, yavaş yavaş siyasi makamı güvence altına almak için amaca dönüştü. Yasama organlarına ve diğer hükümet pozisyonlarına seçilmek onların tek amacı haline geldi. Değişim doğal olarak sosyalistlerin devrimci ateşlerinin yavaş yavaş sönmesine yol açtı; soruşturmalardan kaçınmak ve daha fazla oy almak için onları kapitalizm ve hükümete yönelik eleştirilerini yumuşatmaya zorladı. Günümüzde sosyalist propagandanın ana vurgusu artık politikanın eğitimsel değerine değil sosyalistlerin göreve fiilen seçilmelerine dayanıyor.</p>
<p>Sosyalist partiler artık devrimden bahsetmiyor. Şimdi Kongre veya Parlamento’da çoğunluk elde ettiklerinde sosyalizmi yasallaştıracaklarını iddia ediyorlar: yasal ve barışçıl bir şekilde kapitalizmi ortadan kaldıracaklarını söylüyorlar. Başka bir deyişle, devrimci olmaktan çıktılar; yasayla bir şeyleri değiştirmek isteyen reformculara dönüştüler.</p>
<p>Öyleyse son birkaç on yıldır bunu nasıl yaptıklarını görelim.</p>
<p>Neredeyse her Avrupa ülkesinde sosyalistler büyük bir siyasi güç elde etti. Bazı ülkelerde artık sosyalist hükümetler var, diğerlerinde sosyalist partiler çoğunluğa sahip; başkalarında ise yine sosyalistler başbakanların yardımcılığını yapan kademeler de dahil olmak üzere devlet kademelerini, devletteki en yüksek mevkileri işgal ediyorlar. Sosyalizm için neler başardıklarını ve işçiler için neler yaptıklarını inceleyelim.</p>
<p>Sosyalist hareketin yatağı olan Almanya’da Sosyal Demokrat Parti çok sayıda hükümet dairesine sahip; üyeleri belediye, ulusal yasama-yargı organlarında ve Bakanlar Kurulu’nda. İki Alman Devlet Başkanı, Haase ve Ebert, sosyalistti. Şimdiki Reichskanzler (Şansölye), Dr. Herman Müller, bir sosyalisttir. Reichstag Başkanı Herr Loebe aynı zamanda Sosyalist Parti üyesidir. Scheidemann, Noske ve hükümette, orduda ve donanmada en yüksek mevkilerde bulunan çok sayıda diğer kişi, güçlü Sosyal Demokrat Parti’nin liderleridir. Onlar partinin davasını savunması gereken proletarya için ne yaptılar? Sosyalizmi yarattılar mı? Ücretli köleliği kaldırdılar mı? En azından bu amaçlar için girişimlerde bulundular mı?</p>
<p>Almanya’daki işçilerin 1918’de ayaklanması Kayzer’i ülkeden kaçmaya zorladı ve Hohenzollern Hanedanı’nın hükümdarlığı sona erdi. Halk sosyal demokratlara güvendi ve onları iktidara getirdi. Ancak sosyalistler hükümette bir kez güvende olduklarında halka karşı çıktılar. Alman burjuvazisi ve askeri kliği ile birleştiler, kapitalizmin ve militarizmin kalesi haline geldiler. Sadece halkı silahsızlandırıp emekçileri bastırmakla kalmadılar, aynı zamanda ihanetlerini protesto etmeye cesaret eden her sosyalisti vurup hapse attılar. Noske, devrim sırasında ordunun sosyalist şefi olarak, askerlerini işçilere karşı çıkardı ve onları -onu iktidara getiren proleterleri, kendi kardeşi olan sosyalistleri- toptan katletti. En sadık ve gözü pek devrimcilerden ikisi olan Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, 16 Ocak 1919’da Berlin’de sosyalist hükümetin göz yummasıyla ordu subayları tarafından soğukkanlılıkla öldürüldü. Anarşist şair ve düşünür Gustav Landauer ve Almanya’nın her yerinden çok sayıda işçi arkadaşı aynı kaderi paylaştı.</p>
<p>Haase, Ebert, Scheidemann, Noske ve onların Sosyalist teğmenleri devrimin hayati bir şeyi başarmasına izin vermediler. İktidara geldikleri an onu isyankâr emeği ezmek için kullandılar. Gerçek devrimci unsurların açık ve gizlice öldürülmesi, sosyalist hükümetin devrimi bastırmak için kullandığı araçlardan yalnızca biriydi. Sosyalist Parti, işçilerin yararına herhangi bir değişiklik yapmak bir yana, aristokrasinin ve efendi sınıfın tüm ayrıcalıklarını, çıkarlarını koruyarak kapitalizmin en gayretli savunucusu oldu. Bu nedenle Alman Devrimi, Kayzer’i kovmaktan başka hiçbir şey başaramadı. Krallık tüm unvanlarına, mülkiyetlerine, özel haklarına ve ayrıcalıklarına sahip olmaya devam etti; askeri kast, monarşi altında sahip olduğu gücü korudu; burjuvazi güçlendi, ekonomi kralları ve sanayi kodamanları eskisinden daha da büyük bir rahatlıkla Alman emekçisinin efendisi oldular. Arkasında milyonlarca oy bulunan Almanya Sosyalist Partisi, seçilmekte başarılı oldu. İşçiler ise tıpkı önceden olduğu gibi köle kaldılar ve acı çekiyorlar.</p>
<p>Diğer ülkelerde de manzara aynı. Fransa’da Sosyalist Parti hükümette güçlü bir şekilde temsil edilmektedir. Başbakanlık görevini de üstlenen Dışişleri Bakanı Aristide Briand, eskiden Fransa’daki partinin en büyük ışıklarından biriydi. Günümüzde kapitalizmin ve militarizmin en güçlü savunucusu. Eski sosyalist arkadaşlarının çoğu hükümetteki meslektaşlarıdır; daha birçok günümüz sosyalisti de Fransız Parlamentosu’nda ve diğer önemli mevkilerde bulunmaktadır. Sosyalizm için ne yapıyorlar? İşçiler için ne yapıyorlar?</p>
<p>Fransa’nın kapitalist rejimini savunmaya ve ‘istikrara kavuşturmaya’ yardım ediyorlar; yüksek devlet memurlarının daha iyi maaş alabilmesi için vergileri artıran kanunlar çıkarmakla meşguller. Onlar -Fransız kardeşleri gibi- işçileri kan kaybetmek zorunda olan Almanya’dan savaş tazminatı toplamakla meşguller. Fransa’yı ve özellikle okullardaki çocuklarını Alman halkından nefret etmeleri konusunda ‘eğitmek’ için çok çalışıyorlar; komşu ülkelere karşı şovenizm ve intikam ruhunu geliştirerek hazırladıkları bir sonraki savaş için daha fazla savaş gemisi ve askeri uçak inşa etmeye yardımcı oluyorlar. Fransa’nın her yetişkin erkek ve kadınını savaş durumunda seferber eden yeni yasa, önde gelen sosyalistlerden Paul Boncour tarafından tanıtıldı ve Temsilciler Meclisi’nin sosyalist üyelerinin desteğiyle kabul edildi.</p>
<p>Avusturya ve Belçika’da, İsveç ve Norveç’te, Hollanda ve Danimarka’da, Çekoslovakya’da ve diğer Avrupa ülkelerinin çoğunda sosyalistler iktidara geldi. Bazı ülkelerde tamamen iktidarlar, bazılarında ise kısmen. Ve her yerde, tek bir istisna olmaksızın aynı yolu izlediler. Her yerde ideallerinden vazgeçtiler, insanları aldattılar, siyasi yükselişlerini kendi çıkarları ve şanları için kullandılar.</p>
<p>Öfkeyle <em>“Emeğin sırtında iktidara gelen ve sonra işçilere ihanet eden bu insanlar alçaklardır!” </em>dediğini duyuyorum. Doğru ama hepsi bu kadar da değil. Bu sürekli ve düzenli ihanetin daha derin bir nedeni var. Bu neredeyse evrenselleşmiş olgunun daha büyük ve daha önemli bir nedeni var. Sosyalistler esasen diğer insanlardan farklı değildir. Tıpkı senin ve benim gibi onlar da insandır. Ve hiç kimse bir gecede alçak ya da hain olmaz.</p>
<p>Yozlaştıran şey iktidardır. İktidara sahip olduğunuz bilincinin kendisi, insanı tıpkı en iyi metali bile aşındıran en kötü zehir gibi yozlaştırır. Siyasetin her yerdeki pisliği ve kirliliği bunu yeterince kanıtlıyor. Dahası en iyi niyetlerle bile yasama organlarındaki veya hükümet pozisyonlarındaki sosyalistler, sosyalist nitelikte herhangi bir şeyi, işçilere fayda sağlayacak herhangi bir şeyi başarmada kendilerini tamamen güçsüz bulurlar. Çünkü siyaset, çalışma koşullarını iyileştirmenin bir yolu değildir. Asla olmadı ve olamaz.</p>
<p>Ahlaki yozlaşma ve kötüleşme yavaş yavaş gerçekleşir, o kadar kademeli olarak gerçekleşir ki kişi bunu fark etmez. Kongre’ye seçilmiş bir sosyalistin durumunu bir an için hayal edin. Diğer partilerden yüzlerce insan karşısında tek başınadır. Onların, kendisinin radikal fikirlerine karşı olduklarını hisseder, kendisini garip ve düşmanca bir atmosferde bulur. Ama o oradadır ve hali hazırda devam eden işe katılmak zorundadır. Bu işin çoğu -getirilen yasalar, önerilen yasalar- ona tamamen yabancıdır. Sosyalistin inandığı şeylerle hiçbir ilgisi yoktur, onu seçen işçi sınıfı seçmenlerinin çıkarlarıyla hiçbir bağlantısı yoktur. Bu sadece mevzuatın rutinidir. Ancak emeğe veya endüstriyel ve ekonomik duruma ilişkin bir yasa tasarısı ortaya çıktığında sosyalistimiz sürece katılabilir. Sürece katılır ve konuyla ilgili pratik olmayan fikirleri yüzünden ya görmezden gelinir ya da ona gülünür. Çünkü gerçekten pratik değiller. Yasalar en iyi senaryoda bile -önerilen yasa tekele yeni ayrıcalıklar verecek şekilde özel olarak tasarlanmadığında- kapitalist işleyişle ilgili konularla, bir hükümetle diğeri arasındaki bazı ticari antlaşmalar veya sözleşmelerle ilgilidir. Ama o sosyalist, sosyalist bir listeden seçildi ve kapitalist hükümeti ortadan kaldırmak, ticaret ve kâr sistemini tamamen ortadan kaldırmak onun görevidir, öyleyse sunulan ‘faturalar’ üzerine ‘pratik olarak’ nasıl konuşabilir ki? Elbette meslektaşları için bir alay konusu olur ve kısa süre sonra yasama salonlarında varlığının ne kadar aptal ve yararsız olduğunu görmeye başlar. Bu nedenle Almanya’daki Sosyalist Parti’nin en iyi insanlarından bazıları, örneğin Johann Most siyasi eyleme karşı çıktılar. Ama böyle dürüstlük ve cesarete sahip çok az insan vardı. Sosyalist genelde pozisyonunda kalır ve her geçen gün ne kadar anlamsız bir rol oynadığını fark etmek zorunda kalır. Çalışmada ciddi bir rol almanın, tartışmalarda sağlam fikirlerini ifade etmenin ve yargılamalarda gerçek bir faktör haline gelmenin bir yolunu bulması gerektiğini hisseder. Bu kendi onurunu korumak, meslektaşlarını saygıya zorlamak ve aynı zamanda seçmenlerine sadece bir kukla seçmediklerini göstermek için zorunludur.</p>
<p>Böylece rutini öğrenmeye başlar. Nehir taraması ve sahil ıslahı üzerine çalışır, ödenekleri okur, değerlendirilmek üzere gelen yüz faturayı inceler ve ara sıra söz aldığında -ki bu çok sık olmaz- sosyalist bakış açısıyla önerilen mevzuatı açıklamaya çalışır. Yapmak zorunda olduğu ‘sosyalist konuşmayı’ yapar. İşçilerin çektiği acılar ve ücretli kölelik suçları üzerinde durur; meslektaşlarına kapitalizmin kötü olduğunu, zenginlerin ve tüm sistemin ortadan kaldırılması gerektiğini bildirir. Sıkıcı konuşmasını bitirir ve oturur. Politikacılar ise birbirlerine bakışlar atar, gülümser ve şaka yaparlar; sonrasında ellerindeki işe dönerler.</p>
<p>Sosyalistimiz alay konusu olarak görüldüğünü algılar. Meslektaşları onun ‘ateşli havasından’ bıkmaktadır ve o, zeminini sağlama almakta gittikçe daha fazla zorlanır. Sık sık huzura çağrılır ve sadede gelmesi gerektiği söylenir. Ne konuşmasıyla ne de aldığı oyla kararlara en ufak bir şekilde bile etki edemeyeceğini bilir. Konuşmaları halka ulaşmaz bile; kimsenin okumadığı Meclis Tutanakları’nda kalır; siyasi entrikaların vahşi doğasında yalnız ve etkisiz bir ses olduğunun acı bir şekilde farkındadır.</p>
<p>O, seçmenleri yasama organlarına daha fazla yoldaş seçmeleri için çağırıyor. <em>“Yalnız bir sosyalist hiçbir şeyi başaramaz.” </em>diye sesleniyor. Yıllar geçiyor ve sonunda Sosyalist Parti, birkaç üyesinin daha seçilmesini başarıyor. Her biri ilk meslektaşlarıyla aynı deneyimi yaşıyor ancak şimdi sosyalist doktrinleri politikacılara vaaz etmenin yararsızdan daha kötü olduğu sonucuna hızla varıyorlar. Mevzuata katılmaya karar veriyorlar. Sadece ‘devrim çığırtkanı’ olmadıklarını; pratik insanlar, devlet adamları olduklarını, seçmenleri için bir şeyler yaptıklarını, çıkarlarını gözettiklerini onlara göstermeliler.</p>
<p>Bu durum onları yargılamalarda ‘pratik’ bir rol almaya, ‘iş konuşmaya’, yasama organında fiilen ele alınan konularla uyumlu olmaya zorlar. Bunların sosyalizmle veya kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla hiçbir ilgisi olmadığını gayet iyi biliyorlar. Tüm bu kanun yapma ve politik mumyalama, efendilerin halk üzerindeki hakimiyetini yalnızca güçlendirir; daha da kötüsü işçileri yasama meclislerinin kendileri için bir şeyler yapabileceğine inanmaya doğru yönlendirir ve onları siyasetle sonuç alabileceklerine dair sahte bir umutla aldatır. Bu şekilde onların durumlarını ‘iyileştirmek’ için yasa ve devlete ‘bir şeyleri değiştirmek’ için güvenmelerini sağlar.</p>
<p>Böylece devlet mekanizması işleyişini sürdürür, efendiler konumlarında güvende kalırlar. İşçilerin eylemleriyse yasama organlarındaki temsilcileri tarafından kendilerine ‘rahatlık’ sağlayacak yeni yasalar vaatleriyle durdurulur.</p>
<p>Yıllardır bu süreç tüm Avrupa ülkelerinde devam ediyor. Sosyalist partiler, üyelerinin çoğunu çeşitli yasama ve hükümet pozisyonlarına seçtirmeyi başardılar. Bu atmosferde yıllar geçiren, iyi işlerin ve maaşın tadını çıkaran seçilmiş sosyalistler, siyasi mekanizmanın bir parçası haline geldi. Sosyalist devrimin kapitalizmi ortadan kaldırmasını beklemenin faydası olmadığını hissetmeye başladılar. Hükümette sosyalist çoğunluk elde etmeye çalışmak, <em>“iyileştirme”</em> için çalışmak daha pratikti. Şimdiyse çoğunluğa sahip olduklarında devrime ihtiyaç duymayacaklarını söylüyorlar.</p>
<p>Sosyalistler yavaş yavaş, adım adım değiştiler. Seçimlerde artan başarı ve siyasi gücü güvence altına alarak daha muhafazakâr oldular ve mevcut koşullardan memnunlar. Burjuvazinin zenginliğinin, nüfuzunun atmosferinde yaşayarak ve işçi sınıfının yaşamından, acılarından uzaklaşarak ‘pratik’ dedikleri şey haline geldiler. Siyasi mekanizmanın işleyişini ilk elden görerek, onun ahlaksızlığını ve yolsuzluğunu bilerek o aldatma, rüşvet ve yolsuzluk bataklığında sosyalizm için umut olmadığını anladılar. Ancak az sayıda, çok az sayıda sosyalist, işçileri politikanın emeğin davasına yardım etme umutsuzluğu konusunda aydınlatacak cesareti buluyor. Böyle bir itiraf, maaşları ve avantajları ile siyasi kariyerlerinin sonu anlamına gelecektir. Bu yüzden onların büyük çoğunluğu düşüncelerini kendilerine saklamaktan ve yeteri kadar iyi yaşamaktan memnunlar. Güç ve konum, vicdanlarını yavaş yavaş bastırdı ve akıntıya karşı yüzecek güce ve dürüstlüğe sahip değiller.</p>
<p>Bir zamanlar dünyanın ezilenlerinin umudu olan sosyalizmin dönüştüğü şey budur. Sosyalist partiler, burjuvazi ve emeğin düşmanlarıyla el ele verdiler. İnsanlara, onların çıkarları için savaşıyormuş gibi görünerek kapitalizmin en güçlü kalesi haline geldiler. Oysa gerçekte sömürücülerle ortak bir amaç oluşturdular. Kendilerini o kadar unuttular ve orjinal sosyalizmlerine geri döndüler ki Büyük (Birinci) Dünya Savaşı’nda Avrupa’da bile sosyalist partiler, işçileri katliamlara yönlendirmek için devletlerine yardım ettiler.</p>
<p>Savaş, sosyalizmin iflasını açıkça gösterdi. Sloganı <em>“Dünya işçileri birleşin!” </em>olan sosyalist partiler, emekçileri birbirlerini öldürmeye gönderdi. Militarizmin ve savaşın düşmanları olmaktan ‘kendi’ topraklarının savunucuları haline geldiler ve işçileri askerlerin üniformasını giymeye ve diğer ülkelerdeki arkadaşlarını öldürmeye çağırdılar.</p>
<p>Gerçekten tuhaf! Yıllardır proleterlere kendi çıkarlarının efendilerininkine zıt olduğunu, emeğin ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmadığını’ söylüyorlardı ancak ilk fırsatta emekçileri orduya katılmaya ve katliam yapabilmesi için hükümeti desteklemeye ve para vermeye çağırdılar. Bu, Avrupa’nın her ülkesinde oldu. Doğru, savaşı protesto eden sosyalist azınlıklar vardı ancak sosyalist partilerdeki baskın çoğunluk onları kınadı, görmezden geldi ve katliam için birbirleriyle sıraya girdiler.</p>
<p>Bu, yalnızca sosyalizme değil tüm işçi sınıfına ve insanlığın kendisine karşı yapılmış en korkunç ihanetti. Amacı dünyayı kapitalizmin kötülüklerine, vatanseverliğin cani karakterine, savaşın acımasızlığına ve yararsızlığına karşı eğitmek olan sosyalizm; insan haklarının, özgürlüğün ve adaletin savunucusu, daha iyi bir günün umudu ve vaadi olan sosyalizm; sefil bir şekilde devletin ve efendilerin savunucusuna dönüştü. Militaristlerin ve milliyetçilerin bakıcısı oldu. Eski sosyal demokratlar ‘sosyal vatanseverler’ oldular.</p>
<p>Ancak bu, sadece ihanet yüzünden olmadı. Bu görüşü benimsemek, ana noktayı kaçırmak ve ondan çıkarılacak uyarı niteliğindeki dersi yanlış anlamak olacaktır. Hem doğası hem de etkisi bakımından ihanetti ve bu ihanetin sonuçları sosyalizmi iflas ettirdi, ona ciddiyetle inanan milyonları hayal kırıklığına uğrattı ve dünyayı karanlık gericilikle doldurdu. Ama bu yalnızca ihanet değildi, sıradan bir ihanet değildi. Gerçek sebep çok daha derinlerde yatıyor.</p>
<p>Harika bir düşünür (Hipokrat) <em>“Ne yersek oyuz.”</em> demişti. Yani yaşadığımız hayat, içinde yaşadığımız çevre, düşüncelerimiz ve yaptığımız eylemler, hepsi ince ince karakterimizi şekillendirir ve bizi olduğumuz kişi yapar.</p>
<p>Sosyalistlerin uzun siyasi faaliyeti ve burjuva partileriyle iş birliği, yavaş yavaş düşüncelerini ve zihinsel alışkanlıklarını sosyalist düşünce tarzlarından uzaklaştırdı. Yavaş yavaş sosyalizmin amacının insanları eğitmek, kapitalizm oyununu görmelerini sağlamak; onlara hükümetin düşman olduğunu, kilisenin onları cehalet içinde tuttuğunu, günümüz toplumunun üzerine inşa edildiği hurafeleri ve yanlışları sürdürmek için tasarlanmış fikirlerle aldatıldıklarını öğretmek olduğunu unuttular. Kısacası sosyalizmin insanların zihninden ve hayatlarından karanlığı kovacak; onları cehalet ve maddeciliğin bataklığından çıkaracak ve doğal idealizmlerini, adalet ve kardeşlik arayışını özgürlüğe ve aydınlığa doğru canlandıracak Mesih olduğunu unuttular.</p>
<p>Unuttular. ‘Pratik’ olmak için, bir şeyi ‘başarmak’ için, başarılı politikacılar olmak için unutmaları gerekiyordu. Bir bataklığa dalıp temiz kalamazsınız. Zaten unutmaları gerekiyordu çünkü amaçları ‘sonuç almak’, seçimleri kazanmak, iktidarı güvence altına almaktı. İnsanlara koşullarla ilgili tüm gerçeği anlatarak siyasette başarılı olamayacaklarını biliyorlardı çünkü gerçek sadece hükümeti, kiliseyi ve okulu düşmanlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda insanların önyargılarını da açığa çıkartır. Bu yavaş ve zorlu bir süreçtir. Ancak siyasi başarı hızlı sonuçlar gerektirir. Sosyalistler mevcut güçlerle çok büyük bir çatışmaya girmemek için dikkatli olmalıydı; insanları eğitirken zaman kaybetmeyi göze alamazlardı.</p>
<p>Bu nedenle oy kazanmak onların ana hedefi haline geldi. Bunu başarmak için köşelerini tıraşlamaları gerekiyordu. Sosyalizmin yetkililer tarafından soruşturmayla sonuçlanabilecek, kiliseden hoşlanmayan veya bağnaz unsurların saflarına katılmasını engelleyebilecek kısımlarını yavaş yavaş tıraşlamak zorunda kaldılar. Uzlaşmaları gerekiyordu.</p>
<p>Onlar da bunu yaptı. Her şeyden önce devrimden bahsetmeyi bıraktılar. Acı bir mücadele olmadan kapitalizmin ortadan kaldırılamayacağını biliyorlardı ancak halka sosyalizmi yasayla, kanunla getirebileceklerini ve gerekli olanın hükümete yeterince sosyalist sokmak olduğunu söylemeye karar verdiler.</p>
<p>Hükümeti kötülüğün parçası olarak suçlamayı bıraktılar; işçileri -köleleştirme aracı olarak hükümetin gerçek karakteri hakkında- aydınlatmayı bıraktılar. Bunun yerine kendilerinin, sosyalistlerin ‘devlet’in en sadık ve en iyi savunucuları olduklarını iddia etmeye başladılar. Karşı olmak bir yana, onlar “yasa ve düzen”in en gerçek dostlarıydı. Yani onlar, sosyalistler, yasaları yapacak ve hükümeti yöneteceklerdi.</p>
<p>Bu nedenle hukuka ve devlete olan yanlış ve köleleştirici inancı zayıflatmak yerine, bu baskı aracı kurumların ortadan kaldırılması için onu zayıflatmak yerine, sosyalistler aslında halkın zorla otoriteye ve devlete olan inancını güçlendirmek için çalıştılar. Dünya çapında sosyalist partilerin üyeleri, devlete en güçlü şekilde inananlardır ve bu nedenle de devletçiler olarak adlandırılırlar. Ancak büyük öğretmenleri, Marks ve Engels, devletin yalnızca bastırmaya hizmet ettiğini ve insanlar gerçek özgürlüğe kavuştuğunda devletin ortadan kalkacağını açıkça söylemişti.</p>
<p>Siyasi başarı için sosyalist uzlaşma burada kalmadı. Daha da ileriye gitti. Sosyalist partiler oy kazanmak için halka organize dinin sahteliği, ikiyüzlülüğü ve tehdidi hakkında propaganda yapmama kararı aldı. Bir kurum olarak kilisenin, kapitalizmin ve köleliğin bir siperi olduğunu, her zaman böyle olduğunu biliyoruz. Açıktır ki kiliseye inanan, rahip tarafından yemin eden ve otoritesine boyun eğen insanlar, doğal olarak ona ve emirlerine itaat edeceklerdir. Cehalet ve batıl inançla dolu bu tür insanlar, efendilerin en kolay kurbanlarıdır. Ancak sosyalistler, seçim kampanyalarında daha büyük başarı elde etmek için, halkın önyargılarını kırmamak için din karşıtı propagandayı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Dini bir ‘özel mesele’ olarak ilan ettiler ve kiliseye yönelik tüm eleştirilerini ajitasyonlarının dışında bıraktılar.</p>
<p>Kişisel olarak inandığınız şey aslında sizin özel meselenizdir ama diğer insanlarla bir araya geldiğinizde ve inancınızı başkalarına empoze etmek, onları sizin gibi düşünmeye zorlamak ve onları (gücünüz ölçüsünde) cezalandırmak için bir araya geldiğinizde, o zaman bu artık ‘özel meseleniz’ değildir. Onlara göre, insanlara kâfir oldukları gerekçesiyle işkence eden ve diri diri yakan engizisyonun bile ‘özel bir mesele’ olduğu söylenebilir.</p>
<p>Dinin ‘özel bir mesele’ olduğunu ilan etmeleri, sosyalistlerin özgürlük davasına en büyük ihanetlerinden biriydi. İnsanlık, dinsel zulmü ve engizisyonları mümkün kılan korkulu cehalet, batıl inanç, bağnazlık ve hoşgörüsüzlükten yavaş yavaş sıyrıldı. Bilimin ve tekniğin ilerlemesi, matbaa ve iletişim araçları aydınlanmayı getirdi; insan zihnini kilisenin pençelerinden bir dereceye kadar kurtarmış olan da bu aydınlanmadır. Aydınlanmanın da kendi dogmalarını kabul etmeyenleri lanetlemediğini söylemiyorum. Aydınlanmanın zulmü de hala devam ediyor ama bilginin ilerlemesi kiliseyi insanın zihni, yaşamı ve özgürlüğü üzerindeki eski mutlak etkisinden mahrum bıraktı; tıpkı gelişimin aynı şekilde hükümeti halka mutlak köle ve serf olarak muamele etme gücünden mahrum bırakması gibi.</p>
<p>Geçmişte insanlar için böylesine özgürleştirici bir nimet olduğunu kanıtlamış olan aydınlanma çalışmalarına devam etmenin ne kadar önemli olduğunu o zaman kolayca görebilirsin; devam etmek, böylece bir gün batıl inanç ve zorbalığın tüm güçlerini tamamen ortadan kaldırmamıza yardım edebilir.</p>
<p>Ancak sosyalistler dini ‘özel bir mesele’ ilan ederek bu en gerekli çalışmayı bırakmaya karar verdiler.</p>
<p>Bu tavizler ve sosyalizmin gerçek amaçlarının reddedilmesi oldukça iyi sonuç verdi. Sosyalistler ideallerin feda edilmesiyle siyasi güç kazandılar. Ancak bu ‘güç’ uzun vadede zayıflık ve yıkım anlamına geliyordu.</p>
<p>Uzlaşmaktan daha yozlaştırıcı hiçbir şey yoktur. Bu yönde atılan bir adım bir başkasını gerektirir, onu gerekli ve zorlayıcı hale getirir, kısa sürede sizi yuvarlanan bir kartopunun gücüyle sarar ve çığa dönüşür.</p>
<p>Sosyalizmin gerçekten önemli ve özgürleştirici özellikleri birer birer kamuoyunda daha olumlu karşılanan görüşleri güvence altına almak, soruşturmaları azaltmak ve “pratik bir şey” gerçekleştirmek için; yani daha fazla sosyalistin göreve seçilmesini sağlamak adına siyasete feda edildi. Her ülkede yıllardır devam eden bu süreçte Avrupa’daki sosyalist partiler milyonları bulan üyelik sayıları elde ettiler. Ancak bu milyonlar hiç de sosyalist değildi. Onlar, sosyalizmin gerçek ruhu ve anlamı hakkında hiçbir fikri olmayan parti üyeleriydi; eski ön yargılara ve kapitalist görüşlere batmış erkekler ve kadınlar: Burjuva zihniyetli insanlar, dar görüşlü milliyetçiler, kilise üyeleri, ilahi otoriteye ve dolayısıyla insan yönetimine inananlar, insanın insan tarafından yönetilmesine inananlar, devlete ve onun baskı-sömürü kurumlarına inananlar, ‘kendi’ hükümetlerini savunmanın gerekliliğine, vatanseverliğe ve militarizme inananlar…</p>
<p>Öyleyse, Büyük Savaş patlak verdiğinde birkaç istisna dışında her ülkede sosyalistlerin, yöneticilerinin ve efendilerinin anavatanı olan “anavatanı savunmak” için silahlanmaları şaşırtıcı mı? Alman sosyalisti, otokrat Kayzer için, Avusturyalı Habsburg monarşisi için, Rus çarı için, İtalyan kralı için, Fransız ‘cumhuriyeti’ için savaştı ve böylece bütün ülkelerden ‘sosyalistler’ on milyonu ölünceye ve yirmi milyonu sakat kalıncaya kadar birbirlerini katletti.</p>
<p>Siyasi, parlamenter eylem politikasının bu tür sonuçlara yol açması kaçınılmazdı. Çünkü gerçekte sözde politik ‘eylem’, işçilerin ve gerçek ilerlemenin amacı olduğu sürece, eylemsizlikten daha kötüdür. Politikanın özü yozlaşmadır, uzlaşmadır, ideallerinden ve tutarlılığından başarı için fedakârlıktır. Acı, kitleler için ve dünyadaki her saygın erkek ve kadın için bu ‘başarının’ meyveleridir.</p>
<p>Bunun doğrudan bir sonucu olarak, her ülkede milyonlarca işçinin cesareti kırılıyor ve
Kaynak: Morss.anarsistkutuphane.org